Kanin Depolanmasi
Kanın Depolanması
Kanın pıhtılaşması ilk tranfüzyonla-rın başarısız olmasına neden olmuş ve daha sonra yapılan çalışmalarda sitratın iyi bir antikoagülan olduğu saptanmış- , tır. Başlangıçta antikoagülan olarak asit sitrat dekstroz (acid citrate dextrose, AÇ£>), daha sonra sitrat fosfat dekstroz (citrate phosphate dextrose, CPD), sitrat fosfat dekstroz adenin-1 (citrate phosphate dextrose adenine 1, CPJ2A.-1), sitrat fosfat iki dekstroz adenirt (citrate phosphate double dextrose adenine-CP2DzA), şalin adenin glükoz mannitol (şaline adenine glucose mannitol, SAG-M) veya bikarbonat eklenmiş glükoz fosfat mannitol (bicarbonate added glucose phosphate mannitol, BAGPM) kullanılmaya başlanmıştır (Tablo 3). Antikoagülan maddedeki dekstroz hüc-reler içinenerji kaynağıdır. Antikoagülan madde olarak ACD yerine CPD kullanımı ile pH ve 2-3 difosfogliserat (2-3 PPG) düzeyi daha yüksek ve plazma potasyum (K+) düzeyi daha dii-şük banka kanı elde edilmiştir. Bu solüsyona adenin eklenerek (adenin meta-bojik reaksiyonlar için eritrositlerin yeniden ATP sentezlemesini sağlar) eritro-sit ömrü uzatılmış, ancak 2-3 DPG düzeyinin saf CPD kullanılan kana göre daha düşük olduğu bildirilmiştir, ayrıca adeninin nefrotoksik etkisi göz önünde tutulmalıdır. Depolanma süresi alıcı dolaşımında verilen eritrositlerin %70’inin yaşayabilirliğini 24 saat sürdürebilmesi ile belirlenir.
Adsol depolanma süresini 49 güne çıkarır, ancak transfüzyon sonrası yaşayan eritrosit miktarı yeterli değildir. Eritrositler gliserol içinde -97°C’de dondurularak depolanabilir, transfüzyon öncesi gliserolden çok iyi arındırılmalıdır. Bu işlem oldukça pahalı olduğu için pek kullanılmamaktadır.
Nazotrakeal Entubasyon
Nazotrakeal Entübasyon
Ağız içi cerrahi girişimlerde, larin-goskopi ve entübasyonun zor olduğu hastalarda uyanık entübasyon sırasında ve oral entübasyona göre daha kolay to-lere edildiği için yoğun bakım hastalarında tercih edilebilir.
Hastanın daha rahat nefes alıp verdiği burun deliğinden, hasta uyanıksa to-pikal anestezi ve nazal hemorajiyi önlemek için topikal vazokonstriktör uygulamasından sonra, geçebilecek en büyük tüp seçilir, suda eriyebilen bir kay-ganlaştırıcı jel ile tüpün distal ucu sıvanarak yerleştirilir ve tüp farinkse kadar itilir.
Laringoskopi yapılabiliyorsa tüp ucu orofarinkste görüldükten sonra Magill forsepsi ile tutularak (kaf zedelenmeden) vokal kordların arasına doğru yönlendirilir ve tüp itilir. Laringoskopi yapılamayan uyanık entübasyon gereken hastalarda solunum sesleri dinlenerek, hasta inspirium yaptığı sırada tüp larinkse doğru itilir, trakeaya girilir. Bu sırada solunum seslerinin azalması tüpün özofagusta olduğunu düşündürmeli, tüp geri çekilerek tekrar denenmelidir. Özellikle maksillayı içine alan maksillofasiyal travmalarda yerleştirmek zor, kafa tabanı kırıklarında ise kranium içine yerleşebileceği için tehlikelidir.
Sakızlı Fırın Sütlaç Tatlı Tarifi
Malzemeler
|
|
Yapılışı
Pirinci 1,5 bardak su ile kapağı kapalı olarak kısık ateşte, çok yumuşamasına izin vermeden pişirin. Suyunu tamamen çektikten sonra süt, şeker ve damla sakızını ekleyip 10 dakika daha kaynatın. Nişastayı, yumurta sarıları ve ½ bardak su ile ezin. Birkaç kaşık süt alarak nişastalı karışıma yedirin. Daha sonra nişastalı karışımı kaynamakta olan süte katın ve 2 dakika daha pişirip ateşten alın. Vanilyayı ekleyin. Sütlacı fırınlamak için küçük kaplara bölün. Biraz soğutup kaymak tutması için bekletin. Fırının ızgarasını ısıtıp sütlaç kaplarını içi üçte birine kadar sıcak su koyulmuş fırın tepsisine oturtun. Böylece fırının sıcaklığı ile sütlacınızın fazla katılaşmasını önlemiş olursunuz. Sütlacın üzeri esmerleşinceye kadar fırında pişirin. Soğuduktan sonra servis yapın.
Sarapli Balik
Mutfak: Türk
Süre: 40 dk
MALZEMELER
2 kg levrek baligi
2 kg kirlangiç baligi
1/2 kg karides
1.5 su bardagi balik suyu
3 su bardagi beyaz sarap
2 adet kereviz yapragi
1 demet maydanoz
2 su bardagi su
2 avuç kapari
1 çorba kasigi un
5 dilim ekmek
1 çorba kasigi Ingiliz salçasi (Worcestershire sauce)
YAPILIŞ TARİFİ
Bir tencereye sarap, su, kereviz yapraklan, maydanoz, sogan, tuz,
karabiber ile temizlenyip, yikadiginiz baliklari koyun, kuvvetli ateste
pisirin. Diger bir kapta karidesleri haslayin. Balik pistikten sonra etleri deri
ve kemiklerinden ayirin, bir kaba düzgün bir sekilde yerlestirin. Üstüne
pismis karidesleri ilave edin. Baligin içinde pistigi suyu birbuçuk bardak
kalana dek kaynatip, ince bir süzgeçten geçirin. Margarin, un ve baligin
suyu ile bir besamel sos yapin, içine (varsa Ingiliz salçasi ve) kaparileri
katin ve baliklarin üzerine dökün. Sicak firinda onbes dakika pisirdikten
sonra, kabuklarini çikartip,yarim parmak kalinliginda kesip,firinda
kizarttiginiz francala dilimleri ile servis yapin.
Sicaklik ve İsik Gelismeye Etkisi
Sıcaklık ve Işığın Gelişmeye Etkisi
Sıcaklık
Doğal ölçülerde olmayan, düşük ve yüksek sıcaklıklarda krizalit dönemini geçiren bazı kelebek türlerinin kanat renk ve motiflerinin oluşumu bloke edilebilir. Normal çevre koşullarında kafa ve gövdesi beyaz renkli olan Rus tavşanının burun, kulak ve patileri siyahtır. Sıcak hava koşullarında ise tamamen beyaz renkli bireyler elde edilebilir. Bu olayların kontrolünün trioid ve böbreküstü hormonları tarafından yapıldığı olasıdır.
Şişmiş ve henüz çimlenmemiş durumda iken 0-50″C sıcaklıkta birkaç hafta tutulan çeşitli bitki tohumları çimlenmeye başlar. Alp Dağları koşullarında yetişen birçok bitki türünün çimlenebildiği hava koşullarına dikkat edilirse, bu bitkilerin çimlenebilmesi için sıcaklığın donma noktası altına düşmesi gerektiği görülür.
Kış tahılı, kışın soğuk etkisinden sonra çiçek açar. Eğer kış tahıl türleri ilkbaharda ekilirse, ekimi ilkbaharda gerçekleşen yaz türlerinin aksine çiçek açmaz. Düşük sıcaklığın uyardığı bölge, vejetasyon noktasıdır. Kış tahıl türlerinde şişmiş danedeki embriyo, soğuk uyarımı bakımından duyarlıdır. Bu gerçekten yararlanılarak, şişmiş tohumlar soğuk hava depolarında birkaç hafta donma noktası altında tutulur ve ilkbaharda ekim yapılır. Bu şekilde zengin ürün veren kış tahılı da, kış donlarının çok kuvvetli olduğu bölgelerde rahatça ekilebilir.
Bitkinin ikinci vejetasyon döneminin başladığına özgü sinyali, havanın soğuyup kış döneminin başlaması verir. Bitki bu soğuk havaya dayanabildiği gibi, buna gelişiminin devamı için de gereksinim duyar. Bu bağlamda soğuk hava koşullarının birkaç hafta devam etmesi gerekir. Bu dönemdeki sıcaklık optimumu donma noktasının biraz üzerindedir. Bu şekildeki düşük sıcaklık etkisi ile bitkinin çiçek açma yeteneğinin uyarılmasına VERNALİZASYON denir. Burada vejetasyon noktasının, yaprak yerine taç ve çenek yaprak, polen torbası ve yumurtalık oluşturmaya uyum sağlamış olması çok önemlidir. Bu değişme bir sinyal maddesi ile olur. Buna ÇİÇEK AÇTIRMA HORMONU denir
Gerçi bu hormon şimdiye kadar kimyasal olarak daha henüz kanıtlanabilmiş değildir; ama onun varlığı aşılama deneyleri ile gösterilebilmiştir. Henüz çiçek açmayan iki yaşındaki bir bitkinin vejetasyon noktasının yanına, vernalize olmuş bir bitki aşılanarak, bu bitkiye birinci yıl bile çiçek açtırabiliriz.
Işık
Gelişimleri sırasında çiçek açabilmek için, belli bir gün uzunluğuna ihtiyaç duyan birçok bitki türü bulunur. Bu nedenle bitkileri UZUN VE KISA GÜN BİTKİSİ diye ayırabiliriz Örneğin kahve, soya fasulyesi, keten ve krizantem kısa gün; soğan, havuç, ıspanak ve yulaf uzun gün bitkileridir. Gün uzunluğuna nötr olan bitkiler de vardır, bezelye aslanağzı ve salatalık bunlar için iyi birer örnektir. Burada KRİTİK GÜN UZUNLUĞU önemlidir. Bu süre 10-14 saat arasında değişir. Kısa gün bitkilerinde bitki çiçek açacaksa, günlük ışık süresi kritik gün uzunluğunu aşmamalıdır. Bunların uygun uzunlukta ve kesintisiz bir karanlık döneme gereksinimleri vardır. Karanlık dönem aydınlatma ile kesintiye uğrarsa bu bitkiler çiçek açmaz. Uzun gün bitkilerinde günlük aydınlık süresi, kritik gün uzunluğundan daha fazla olmalıdır. Bunlarda uzun bir karanlık dönemi ışıkla kesintiye uğrarsa, bunu sürekli ve uzun bir gün tamamlar. Uyarı etkisi ise FİTOKROM SİSTEMİ ile gerçekleşir. Fitokrom renk maddesi, hem açık hem de koyu kırmızı ışığı emer. Bu, bir renk maddesi ile protein bileşiğinden oluşur; buna KROMO-PROTEİN adı verilir. Molekülün renk maddesi kısmı tüm bitkilerde aynıdır. İnaktif fitokrom yani F açık kırmızı, 660 nm’lik bölgedeki açık kırmızı renkleri emer. Işık emilimi ile aktive edilen bu madde F koyu kırmızıya, yani 730 nm’lik ışığa dönüşür. Işığın dalga boyuna bağlı olarak 660-730 nm’ler arasında aktif fitokromun kısımları veya tamamı değişebilir Çiçek açmanın ışık dönemine bağımlılığına FOTOPERYOT denir Uzun süre yaz mevsiminin etkili olduğu yüksek coğrafik enlemlerde yetişen bitkiler, daha çok uzun gün bitkisidir. Tropik bölgelerde bulunan bitkiler ya kısagün ya da nötral bitkilerdir. Tropların kısa süren gün uzunluğu koşullarında, uzun gün bitkileri, tropik kısa gün bitkileri de uzun süren yaz günlerinde çiçek açamaz.
Halbuki bunlar sera koşullarında kışın bile çiçek açabilirler. Gün uzunluğu bakımından nötral olan bitkiler, gün uzunluğuna bağlı değildir. Bu yüzden de çeşitli enlemlerde çiçek açarlar. Oldukça geniş bir yayılış gösteren çobançantası ve benzeri otsu bitkiler gün uzunluğu bakımından nötrdür.
Açık kırmızı renkli ışık, gövde ekseninin uzamasını bloke ederken, yaprağın gösterdiği büyüme farklılaşmasını aktive eder. Karanlık koşullarda gelişebilen bitkilerde izlenen sararma olayına ETİOLEMENT adı verilir. Sararma olgusu, kısa süreli açıkkırmızı renkli bir aydınlatma ile giderilebilir veya engellenebilir. Engellemeden hemen sonra uygulanan koyu kırmızı ışıklı aydınlatma, örneğin 730 nm’lik bir ışıkla bitkinin daha önce sahip olduğu renk tekrar ortaya çıkabilir. Işık etkisi ile bir bitkinin belli bir yapı kazanma yeteneğine FOTOMORFOGENEZ adı verilir
Hayvanlarda da yıl içinde değişen gün uzunluğunun etkin olduğu gelişim olayları vardır. Bir dizi böcek türünde gün uzunluğu ve ışık uzunluğu tırtıl veya krizalit evresindeki gelişimde bir kesinteye, yani DİYAPOZ’a yol açar. Bu böcek türlerinin çoğu uzun gün hayvanlarıdır, yani erken yazın uzun günlerinde kesintisizce gelişimlerini tamamlarlar; ama i geç yazda kısa gün nedeniyle krizalit olarak kışı diyapoz yaparak geçirirler. Bir gündüz kelebeği (Araschnia levana) türünde bu iyi görülür. Burada ilaveten bir de sezon dimorfizmi izlenir. Kısa gün koşullarında krizalit döneminden sonra açık renkli ilkbaharı uzun gün koşullarında, yani diyapoz olmadan, koyu yaz formları görülür
Dana Eskalop
Mutfak: Türk
Süre: 40 dk
MALZEMELER
4 adet dana eskalop
250 gr jambon, haslama
1 adet sogan, rendelenmis
2 çay fincani tavuk suyu ( ya da et suyu)
2 çorba kasigi beyaz galeta unu
1 çorba kasigi kiyilmis maydanoz
200 gr çig krema
25 gr tereyag
1 çorba kasigi siviyag
1 çay fincani beyaz sarap
25 gr un
sicak su
YAPILIŞ TARİFİ
Eskaloplari dövün. Jambon, bir soganinin rendesi, galeta unu, maydanoz,
tuz, biber ve yumurtayi karistirin. Gerekirse çok az sicak su ile yumusatin.
Eskaloplari bir tahta üzerine yayin.Hazirladiginiz içi dörde bölüp,
eskaloplarin üzerine koyun. Her birini sarip, bir kürdan yardimiyla
tutturun. Tereyag ve siviyagi bir tavada kizdirin. Eskaloplari hafif una
bulayip yagda hafifçe kizartin. Üzerlerine sicak et suyu, sarap ve krema
ilave edip tencerenin kapagini kapatin. 45-50 dakika hafif ateste pisirin,
kürdanlari çikarip servis yapin.
Mısır Unu Ekmeği Yapılışı
Malzemeler
|
|
Yapılışı
Önce mısır ununu, unu, şekeri, tuzu ve kabartma tozunu bir kaba boşaltıp iyice karıştırınız. Daha sonra yumurtayı, sütü ve yağı ilave edip hamur olana kadar yoğurunuz. Yağlanmış yuvarlak bir tepsiye koyunuz. Önceden 250°C’ye ısıtılmış fırında 15 dakika pişiriniz. Tepsiden çıkartıp servis yapınız.
Hamilelikte Kilo Alimi ve Kontrolu
Hamilelikte Kilo Artışı ve Enerji
Gebelik esnasında, metarnal organizma, fetüsün büyüme ve gelişimine uyacak ve aynı zamanda maternal homeostasis’i koruyacak birtakım biyolojik “düzeltmeler” yapar.
Enerji Gereksinmeleri ve gebelikte kilo alımı
Gebeliğin optimal kilo artışını karşılamak için, gerekli miktarda kalori tüketilmelidir. Bu kalorilere başlıca 3 nedenle ihtiyaç vardır:
Gebeliğe bağımlı yeni dokuların temini
Yeni dokuları koruyabilmek için ortadan metabolik enerji tüketiminin karşılanması gebe vücudun hareketi için gerekli olan enerji, toplam yağ ve protein birikimi gebelik süresince yaklaşık 41.000 kcal gerektirir. Bazal enerji artışı günde yaklaşık 300 kcat’dir. bu gereksimlerin toplamı, gebelin toplam enerji ihtiyacını 80.000 kcal olarak belirler.
Hamilelikte Kilo Kontrolü
Gebeliğin ek kalori tüketimi, gebelik süresince eşit dağılım göstermez: gebe kalmayı izleyen ilk birkaç hafta boyunca en az düşeyindedir, birinci trimesterin sonuna doğru hızlı bir artış gösterir ve gebeliğin geri kalan süresi içinde genellikle sabit kalır. İkinci trimester içinde, gebeliğin ek kalori sarfiyatı, başlıca materyal biriminin büyümesine yansır, buna karşılık üçüncü trimester sarfiyatı, fetal ve plasenta büyümeye aittir.gebeliğin büyük kısmı boyunca enerji tüketimi gebeliğe ait kabul edilebilecek gündelik enerji fazlası, yaklaşık 300 kcal’dir veya 1 kg vücut ağırlığına en az 36 kcal isabet etmektedir. Ağırlık kaldırıcı aktivitelere düzenli katılım, kalorik gereksinmeyi daha fazia arttırır. Gebelik esnasında ağır maternal fizik aktivitenin fetüse etkileri, yıllardır tartışılmaktadır.Tafori, bu konuyu Habeşistan’da yapılmış bir çalışmayla ele.almıştır. Bir beslenme uzmanı ardı ardına üç gün süreyle gebe almıştır. Bir beslenme uzmanı ardı ardına üç gün süreyle gebe kadınları evlerinde ziyaret etmiştir. Bu zaman içinde, beslenmeye yönelik gözlemler yapılmıştır. Benzer kalori (günde yaklaşık 1550 kcal) ve protein alımı gösteren iki grup saptanmıştır. Bu iki grup birbiriyle karşılaştırılmıştır. Bu gruptaki kadınlar gebelik sürenice ağır fizik aktivite içindeyken, diğer gruptaki kadınlar bu tür aktiviteye girmemiştir.
Ağır fiziki iş yapan kadınların, bu tür aktivite göstermeyen gruba kıyasla, gebelik kiloları belirgin biçimde daha düşük ve yeni doğanları daha ufak bulunmuştur. Bu bebeklerdeki büyüme geriliğinin etyolojisinde büyük olasılıkla kalori yetmezliği
vardır.
Hamilelikte kilo hesaplama
Verilere göre gebelikte kilo artışı, yeni doğan kilosundaki artış ve düşük doğum kilolu bebeklerin sayısında azalışla ilişkilidir ve gebelik öncesi kilosunun yüksek oluşu, doğum kilosunun artışı ve çok ufak bebeklerin -bebeklerin doğum sıklığının azalışıyla bağlantılıdır.
Gebelik öncesi kilosu fazla olup gebelikte çok fazla kilo alan anneler en büyük bebekleri doğuracaklardır. Buna karşılık gebelik öncesi kilosu düşük ve gebelikte az kilo almış olanların bebekleri en küçük olacaktır.
Gelişmiş ülkelerdeki kadınlara genellikle önerilen kilo artışı 11-13 kg iken, bu öneri matenal besi rezervlerini hesaba katmamaktadır. Gebeliğin başlangıcında kilo fazlalığı olan anneler, gebeliğin sonunda 7 kg almış olduklarında fetal ve neontal ö-lüm sayısı en düşük düzeydedir. Normal ağırlıklı kadınların optimal fctjo artışı 9 kg düşük kilolularınla de 13,6 kg’dır. Bu çalışmanın sonuçları, tüm aşırı kilolu ınelerin7 kg/normallerin 9 kg ve aşırı zayıfların 13,6 kg almasını zorunlu kılmaz; bu değerler, gebelik öncesi ağırlıklara bakarak gebelikteki en uygun kilo artışı için fikir verir.
Toplam kilo artışı kadar önemli olan bir özellik de kilo alma hızıdır. Bu konudaki veriler henüz çok kısıtlıdır. Yine de genellikle normal kabul edilen hız, ilk trimesterde en az ve ardından, gebeliğin sonuna kadar urtalama yaklaşık haftada 0,4 kg’dır. Gebelik sonunda toplam ortalama 11 kg’m matemal birime düşeni 6 kg. fetal bölüme ait olanıysa 5 kg’dır. Buna karşılık bu iki kompcjrtmcpıdaki birikim, gebeliğin süresiyle değişir. İkinci trimesterdeki kilo artışının Ljyük kısmı, annedeki gelişime aittir; buna karşılık üçüncü trimesterde, bu artışın büyük kısmı intrauterin oluşumların büyümesine bağlıdır.
Gebelik öncesi boy kilo ilişkisi (Vücut kitle indeksi) annenin beslenme statüsünü tanımlamada, yalnızca vücut ağırlığına kıyasla daha iyi bir göstergedir.
Normalin altı : Vücut kitle indeksi < 19,8
Normal ağırlık : Vücut kitle indeksi = 19,8 – 26
Normalin üstü : Vücut kitle indeksi > 26 – < 29
Obes : Vücut kitle indeksi > 29
Aşırı kilolu kadın için gebelik birkaç risk oluşturur. Bunlar, özellikle hiertansif hastalıklar ve diabetes melltusa ilişkindir. Genellikle, gebelikte kilo verilmesi önerilmez. Diğer yönden gebelik öncesi kilosu düşük olan veya gebelikte kilo artışı normalin altında kalanların düşük doğum, kilolu bebek doğurma riski artmıştır. Bu hastalara, kilo artışını normalleştirmek için özel beslenme programı ve yakından izleme gereklidir.
Bobrek Fonksiyon Testleri
Böbrek Fonksiyon Testleri
Pratikte böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesi amacıyla sıklıkla uygulanan testler aşağıda verilmiştir.
Üre Klirensi
1 dakikada üreden temizlenen plazma miktarıdır. Normal olarak dakikada 55-75 mi plazma üreden temizlenir. İdrar miktarı 2 ml/dk yada daha fazla ise atılan üre miktarı, kandaki miktarıyla orantılıdır. Halbuki idrar miktarı 2 ml’den az ise, atılan üre miktarı azalır ve kli-rensi düşer.
Testin Yapılışı
En uygun zaman sabahleyin aç karnınadır. Hastaya diürezi arttırmak için 250-300 mi. su içirilir. 1/2 saat sonra mesane boşaltılır. 60 dakika ara ile mesane 2 defa boşaltılarak idrar alınır. Test süresinin ortasında kan alınır. İdrar ve kandaki üre miktarı bulunarak formüle uygulanır. Klirens % 40’a inerse kanda üre retansiyonu başlar. İdrar toplanan şişeler üzerindeki etiketlere alınış saati düzenli yazılmalıdır.
Kreatinin Klirens Testi
Kreatinin klirens testi glomerul filtrasyon hızına ilişkin bilgi veren en iyi yöntemdir. Bu nedenle pratikte üre temizleme testi yerine, kreatinin temizleme testi uygulanır. Bu testte de diğerinde olduğu gibi glomerullerin filtrasyon yeteneği ölçülür. Sabah başlayıp, ertesi sabah bitmek üzere 24 saatlik idrar toplanır. İdrar toplama süresi sona erer ermez, serum kreatinin testi yapmak amacıyla kan alınır. Bunun için hasta aç olmalıdır. 24 saatlik sürede idrarda çıkan normal kreatinin miktarı yaşa göre farklılık gösterir. 17 yaşındaki bir kimse yaklaşık olarak 1.58 g. kreatinin salgılarken, yetişkin bir şahısta bu miktar 1.2-1.7 g.’dir.
Fenol Sulfafitalein Testi
Bir dakikada böbrekten geçen kan miktarının kontrolü için yapılır. Hastaya idrar yaptırılır. Renginin kırmızı olup olmadığı kontrol edilir. (Başka nedenlerle kırmızı olabilir. Örneğin; bazı idrar yolları antiseptikleri idrara kırmızı renk verir).
Testin Yapılışı
Hastaya testten 1/2 saat önce 2-3 bardak su içirilir. 1 mi (6 g.) kırmızı renkte bir boya olan fenolsulfafitalein (PSP) damara verilir.
Boya enjekte edildikten sonra sırasıyla 15-30-60 ve 120 dakika sonra olmak üzere dört defa hastanın çıkarabileceği bütün idrar toplanır. Etiketlere miktar ve saat kaydedilir.
Normal olarak boya enjekte edildikten 15 daikka sonra idrardan çıkar.
Boyanın % 15-20’si (bazı literatürlerde % 35) ilk örnekte ve geri
kalanın % 80’i 2 saatte salgılanmış olur.
Dilüsyon Testi
Böbreklerin idrarı sulandırma yeteneğini saptamak amacıyla yapılır. Günün herhangi bir saatinde yapılabilir.
Yapılışı
Hasta mesenesini tamamen boşaltır.
Yarım saat içinde 1200 mi. su içirilir (zor içerse meyve suyu ile tat-landırılabilir).
Üç saat süre ile her saat başı (ya da 1/2 saatte bir) idrar alınır. Normalde, alınan idrarlardan herhangi birinde dansite 1003’ün altında olmamalıdır.
Verilen suyun yarıdan çoğu 3 saatte çıkarılmalıdır. (Aksi olursa böbreğin dilüsyon kapasitesinin kaybolduğu düşünülür.)
Konsantrasyon Testi
Böbreğin idrar yoğunlaştırma yeteneği çeşitli testlerle ölçülebilir. En çok kullanılan Fishber konsantrasyon testidir.
Yapılışı
Hasta normal olarak akşam yemeğini yer ve ertesi gün test sonuç-lanincaya kadar ağızdan hiçbirşey verilmez. .Sabah 06.’da, 07’de ve 08.’de olmak üzere 3 defa idrar örneği alı-nır.Diğer konsantrasyon testleri Addis konsantrasyon testi ve Mo-senthal konsantrasyon testidir.
Bebeklerde Kardiyopulmoner Resusistasyon
Yenidoğan Bebeklerde Kardiyopulmoner Resusistasyon
Dünyada her yıl 5 milyondan fazla yenidoğan ölmektedir. Bu ölümlerin %19’u doğum asfiksisi nedeni ile oluş-maktadır. Basit resüsitasyon teknikleri ile her yıl 1 milyon bebeğin ölmesi önlenebilir. İntrauterin asfiksi yanında, prematürite, maternal ilaç kullanımı, intrapartum hipoksemi, konjenital nöro-müsküler hastalık ve malformasyonlar yenidoğandaki diğer resüsitasyon nedenleridir.
Doğum olayı ile gerçekleşen fizyolojik değişiklikler, fetüsün yenidoğan dönemine başarı ile geçmesini sağlar. Doğum olayının kompleks olmasına karşın, ancak %5-10 yenidoğan, doğumda değişik derecelerde aktif resüsitasyon girişimlerine (örneğin; solunumun uyarılması) gereksinim duyar ve %1-10 yenidoğanda ventilasyon desteği gerekir.
Yenidoğanın resüsitasyonu, genellikle pediyatri uzmanı, kadın doğum uzmanı ve ebe/hemşirenin bulunduğu bir ekip tarafından yapılmakla birlikte, anestezi uzmanının da rolü ve sorumluluğu büyüktür
Bebeklerde ekstrauterin yaşama adaptasyonu
Yenidoğanın resüsitasyonu, bebek, çocuk ve erişkin resüsitasyonundan farklıdır. Çünkü, intrauterin yaşamda fetüsün alveolleri akciğerde üretilen akciğer sıvısı ile doludur. Fetüsün gaz değişimi, plasental kan akımına bağlıdır. Pulmoner vasküler rezistans (PVR) yüksektir, sağ ventrikül debisinin %90’ı duktus arteriyozus aracılığı ile pulmo-ner dolaşımdan aortaya geçer. Sistemik vasküler rezistans (SVR) düşüktür; kalp debisinin %40’ı, rezistansı daha düşük olan plasentaya gider.
Vajinal doğum sırasında, yenidoğanın toraksına uygulanan kompresyon, ağız ve üst havayollarından akciğer sıvısının az bir kısmının atılmasını sağlar, diğer büyük kısmı ise perivasküler alana geçerek lenfatik ve kapiller emilim ile atılır. Akciğer sıvısı atılımı, vajinal doğumda hızlıdır, sezaryen doğumda ise yavaştır. Akciğerlerden fetal akciğer sıvısının atılması için, ilk birkaç solunum basıncının normalin 2-3 kat fazlası olması gereklidir. Doğumdan sonra kordonun klemplenmesi ve ağlama ile spontan solunumun başlamasından sonra akciğerler hava ile dolar, sürfaktan salınır ve oksijenasyon artarak pulmo-ner arteriyoller genişler. Bu değişiklikler PVR’ı büyük oranda azaltır ve böylece pulmoner kan akımı artar. Aynı zamanda, umblikal kordonun klemplene-rek çıkarılması, SVR yükselmesine ve plasental yatağın rezistansının düşmesine neden olur.
Doğumdan birkaç dakika sonra, kanda 02 miktarının artması ile foramen ovaienin fizyolojik kapanması ve duk-tus arteriyozusun daralması sonucu sağdan sola santiar önemli derecede azalır, ekstrauterin dolaşım başlamış olur. Kalp atım hızı (KAH), 120-140/dk’da stabilize olur ve başlangıçtaki santral si-yanoz hızla düzelir.
Geçici hipoksemi veya asidoz, normal yenidoğan tarafından iyi tolere edilir ve hızlı davranılarak kalıcı hasar genellikle önlenebilir. Alveollerin yeterli açılmaması, kanın intrapulmoner şant-laşmasına ve hipoksiye neden olur. Uzamış hipoksi ve asidoz, fetal dolaşımdan ekstrauterin dolaşıma geçişi engeller. Fetüs/yenidoğanda hipoksemiye cevap olarak, başlangıçta pulmoner yatakta daha sonra cilt, böbrek, barsak ve kas arteriyollerinde vazokonstriksiyon olur, böylece kan akımı tekrar kalp, beyin ve adrenal bezlere dağılır. Asfıksi devam ederse, miyokardiyal kontrakti-lite ve kalp debisi azalır, vital organlardaki kan akımı bozulur, organ hasarı oluşur. Hipoksemi ve asidoz; duktus arteriyozusun fizyolojik kapanmasını önler, pulmoner arteriyollerde vazokonstriksiyon sonucu pulmoner kan akımı azalır, dokulara yeterli kan akımı sağlanmasını engeller. Solunum çabası, in-direkt santral sinir sistemi depresyonu ve direkt diyafragmatik depresyon nedeniyle azalmıştır. Yenidoğanda bu fizyolojik değişiklikler, persistan pulmoner hipertansiyona ve solunum çabasında azalmaya neden olur. Böyle yenidoğanlarda resüsitasyon girişiminin hızlı olması gerekmektedir. Resüsitasyonun amacı; yeterli ventilasyon, oksijenasyon ve kalp debisi ile, beyin, kalp ve diğer vital organlara yeterli miktarda oksijenasyon ve sirkülasyonu sağlamaktır.