Archive

Archive for the ‘kadın sağlığı’ Category

Karın bölgesi neden yağlanır?

Yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği yağlı karnın sebebi.

Son dönemlerde göbek bölgesi yağlanmalarının önemli bir sorun haline geldiği, nedenleri arasında ise yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği bulunduğu belirtildi.

Kalça basen bölgesi yağlanmaları da sorun
Diyet Uzmanı Oya Yüksek, son dönemlerde göbek bölgesi yağlanmalarının önemli bir sorun haline geldiğini belirterek “Nedenleri arasında yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği bulunuyor” dedi.

Memorial Tıp Merkezi Diyet Uzmanı Oya Yüksek yaptığı açıklamada, son dönemlerde görülen göbek bölgesi yağlanmalarının kalça-basen bölgesi yağlanmalarından daha büyük bir sorun haline geldiğini belirtti. Dyt. Yüksek, lokal yani bölgesel olarak tabir edilen bu tür yağlanmaların zayıf kadınlarda dahi görülebildiğine dikkati çekerek “Nedenleri arasında ise yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik ve insülin dengesizliği geliyor” dedi.

Yüksek karbonhidratta tetikliyor
Kandaki şekeri kontrol eden bu hormonun kandaki seviyesinin oldukça önemli olduğunu belirten Dyt. Yüksek, “İnsülin metabolizması bozulduğu zaman kan şekeri seviyelerinde ve bununla birlikte diğer kan değerlerinde bozulmalar ve özellikle bel-karın bölgesinde yağlanmalar oluşur. Bununla birlikte alınan yüksek karbonhidrat da bu rahatsızlığı tetikler” diye konuştu.

Korunmak için diyet şart!
Karın bölgesindeki yağlardan korunmak ve kurtulmak için diyet ve egzersizin önemine dikkati çeken Dyt. Oya Yüksek, “Yüksek karbonhidrat yerine daha düzenli dağılmış öğünler tercih edilebilir. Karbonhidrat alımında ise karışık karbonhidrat diye tanımlanan esmer tahıl ürünleri tüketilebilir” dedi. Dyt. Yüksek ayrıca salata ve yemeklerde zeytinyağı veya kanola yağı kullanılabileceğini ve öğün aralarında fındık ya da cevizin de tüketilebileceğini sözlerine ekledi.

Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları

Hazırlayan: Dr. Verda Bitlis Tüzer
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Psikiyatri Kliniği

Cinsel istek bozuklukları
Cinsel tiksinti bozukluğu
Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel ağrı bozuklukları

Cinsel istek bozuklukları
Cinsel istek genellikle cinsel yanıt döngüsünün ilk evresi olarak değerlendirilir. İstek sadece psikolojik bir durum gibi görünse de sıklıkla hormonal dengesizlik ya da tedavi gibi fiziksel durumlardan etkilenmektedir.

Azalmış cinsel istek Azalmış cinsel istek sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması).

Kişinin yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen etkenler göz önünde bulundurularak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varılır. İstek burada cinsel içerikli rüyalar ve fanteziler, erotik materyele ilgi, cinsel etkinlikle ilgili arzuların farkında olma, olası çekici cinsel eşlere yönelik dikkatin olması ve cinselliğin azalmasına ilişkin hayal kırıklığının olması gibi durumları kapsamaktadır. isteğin olması çeşitli faktörlere bağlıdır: biyolojik güdü, yeterli özgüven, cinsellikle ilgili önceki deneyimlerin olumlu olması, uygun bir cinsel eşin olması birlikte olunan kişi ile cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkinin olması. Bu alanların herhangi birinde sorun olması cinsel isteğin azalması ile sonuçlanabilir. Azalmış cinsel istek bozukluğu bazı durumlarda tüm cinsel eşlere ya da tüm cinsel aktivitelere genellenebilir. Genellikle diğer cinsel sorunlarla (orgazm olamama, kayganlaşma olmaması gibi) birlikte görülse de cinsel isteği az olan bazı kişiler cinsel olarak uyarılır ve orgazma ulaşırlar.

Cinsel istek azalması hem fiziksel hem de psikolojik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Cinsel isteği azaltan fiziksel faktörler yaşlanma, bazı ilaçlar, ağrı, alkolizm, böbrek yetmezliği, kronik hastalıklar, nörolojik durumlar ve hormonal dengesizliklerdir. Psikolojik nedenler arasındaki stres, kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar, beden imgesiyle ilgili kaygılar, anksiyete ve depresyon isteği azaltabilir. İlişki ile ilgili sorunlar (güç çekişmesi, çatışma, düşmanlık), cinsel travma (tecavüz), önemli yaşam olayları (ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi) ve cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların eşleşmesi gibi durumlar da önemlidir. Bazen cinsel istek azalması bir ilişkideki bozulmanın işareti olabilir.Öfkeli, korkulu ya da zihni dağınık kişiler genellikle cinsel yakınlık için istek duymazlar. Cinsellikten uzun süre uzak kalmak da cinsel dürtüyü bastırabilir.

Cinsel isteğin az olması kadınlarda cinsellikle ilgili en yaygın şikayetlerdendir. Kadınların yaklaşık %33’ünün hayatlarının bir döneminde cinsel ilgi ya da istek azalmasıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Yaş gruplarına göre sıklık değişmektedir. 18-24 yaşları arasındaki kadınların %32’si cinsel istek azlığından etkilenirken bu oran 30-34 yaş grubunda %29.5 ve 35-39 yaş grubunda %37.6’dır. Cinsel isteğin ne kadarının normal olduğunu söylemek zordur. Genelde klinisyen bir çok faktörü-kültürel bağlamda ilişkinin özellikleri gibi- bir arada değerlendirmelidir. Ayrıca cinsel eşin cinsel istek düzeyi de-eşlerden birindeki aşırı isteği belirlemek için değerlendirilmelidir. Bu arada eşlerin birbirinden farklı cinsel istek düzeylerinin olması herhangi birinde psikolojik bir sorun olduğu anlamına gelmez. Cinsel temas ve doyum gereksinimi kişilere göre değişebildiği gibi aynı kişide de zaman içinde farklı olabilir. Genel toplomda cinsel istek azlığının % 20 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Cinsel tiksinti bozukluğu
Cinsel isteğin daha şiddetli bir derecede ortadan kalkmasıdır. Cinsel tiksinti bozukluğu olan bireyler cinsel aktivetelerden kaçınırlar, kendilerine cinsel yönden yaklaşıldığında korku, kaygı ya da iğrenme ifade ederler. Bu durum belirgin bir sıkıntıya ya da kişilerarası ilişkilerde zorluklara neden olur. Böyle bir sorunu olanlarda cinsel uyaranlara yanıt çok geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Şiddetli derecede cinsel tiksinti bozukluğu olan kişilerde cinsellikle ilgili durumlarda panik atağa varan sorunlar yaşanabilir. Bu sorun travma sonrası stres bozukluğu gibi başka psikolojik sorunlarla birarada görülebilir. Bu bozukluk tecavüze uğrama ya da çocuklukta istismar gibi cinsel saldırıya maruz kalınan durumlarda, cinsel birleşmenin ağrılı olduğu durumlarda ya da cinsel dürtü ile utanç, suçluluk gibi duygular arasında farkında olunmayan bir bağlantı olduğunda ortaya çıkabilir.

Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Sorunun karmaşıklığı ve bireylere özgü oluşu göz önüne alındığında işe yarayan tek bir yöntem olamayacağı açıktır. İçlerinde Viagra (sildefanil) de olmak üzere cinsel uyarılma üzerine etkili olduğu düşünülen bir grup ilaç araştırılmaktadır. Bu ilaçların çoğu genital bölgedeki kan akımını artırarak etkili olmaktadırlar. Hem kadınlar hem de erkeklerde testosteron libido açısından önemli olduğundan cinsel istek azalmasının tedavisinde kullanımı araştırılmıştır. Kadınlarda yaşla testosteronun azaldığı göz önüne alındığında zaman içinde libidolarında belirgin bir düşüş farkeden kadınlarda yararlı olabilir. Ancak cinsel istek azalması olan kadınların çoğunda testosteron düzeylerinin normal olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Testosteron tedavisi ile karaciğer hasarı, kalp hastalığı riskinde artış gibi yan etkiler oluşabileceği de dikkate alınmalıdır. Seçici östrojen agonistleri premenapozal ve postmenapozal kadınlarda cinsel isteği artırabilir. Cinsel aktiviteden bir kaç saat önce alınan metilfenidat gibi uyarıcılar antidepresan tedaviye ikincil cinsel işlev bozukluğu olan hastalarda cinsel yanıtın dört evresini de artırmıştır. Ancak uyarıcıların tedavide yeri belirsizdir. Bağımlılık, aritmi gibi yan etkileri de gözönünde bulundurulmalıdır.

Cinsel istek ile ilgili çalışmaların zor olmasının nedenlerinden biri cinsel döngünün bu ilk evresine eşlik eden açık fiziksel değişikliklerin olmamasıdır. Cinsel döngüde gözlenen normal fiziksel değişiklikler ikinci evre olan uyarılma evresine dek başlamazlar. Azalmış cinsel istek bozukluğu tedaviye en dirençli cinsel işlev bozuklukları arasındadır. Çoğu hastada duyumsal keşif alıştırmaları etkili değildir. Davranışçı yaklaşımdan çok psikodinamik yaklaşımla hastaya cinsel sorunların kökenini anlaması ve cinsel hazzın önündeki engelleri aşması için yardımcı olmak gerekebilir. Daha önce orgazm deneyimi olmayan kadınlar için masturbasyon alıştırmaları iyi bir yol olabilir.

Feromonların cinsel istek bozukluklarının tedavisindeki yeri de giderek daha fazla araştırılmaktadır. Bunlar dışında eğitim amaçlı erotik videolar da yararlı olabilir. Ancak cinsel tiksinti bozukluğu olanlarda erotik videolar kaygıyı artırabileceği için önerilmez.

Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel uyarılma cinsel yanıt döngüsünün ikinci evresidir. Cinsel uyarılmanın kesin olarak psikolojik bir yönü olsa da aynı zamanda fizyolojik değişikliklerin görüldüğü ilk evredir. Kadınlarda genellikle pelvik bölgeye kan akımının olması, vajinal ıslanma ve genişleme ile dış genitallerin şişmesi ile karakterizedir. Bu değişikliklerin altında yatan mekanizma çok açık olmasa da cinsel uyarılma otonom sinir sisteminin uyarılması ile ilişkilidir.

Kadın Cinsel Uyarılma Bozukluğu (KCUB) Cinsel yanıtın genel uyarılma yönünün ortadan kalkmasıdır. Bu durumda kadınlarda vaginal kayganlaşma ya da genişleme olmadığı gibi erotik duyumlar da hissedilmez. Fiziksel temas tiksindirici gelebilir veya belli bir noktaya dek temas zevk verebilir. Uyarılma sorunu olduğunda orgazmla ilgili sorun da olacaktır. Bir araştırmada mutlu bir evlilikleri olan kadınların % 33’ü cinsel uyarılmayı sürdürmede zorluk tanımlamışlardır. Bütün işlev bozuklukları gibi KCUB da cinsel uyarıma yanıtı olan bir kadında yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkabilir ya da en başından beri yanıt olmayabilir. İşlev bozukluğu yalnız belli durumlarda görülebilir ya da genelleşmiş olabilir. Örneğin; yaşam boyu ve durumsal KCUB olan bir kadın her zaman uyarılma güçlüğü yaşayacak ve bu yalnızca eşiyle ortaya çıkacaktır.

Masters ve Johnson normal tepki veren kadınların özellikle adet öncesi dönemde istekli olduğunu bulmuştur. Yakın zamanlı bir araştırma da bu sorunu yaşayan kadınların adeti izleyen dönemde daha istekli olduğunu belirlemiştir. Bir üçüncü grup kadının da tam yumurtlama (ovulasyon) döneminde en yoğun cinsel uyarılmayı hissettiği belirtilmektedir.

Cinsel uyarılma ile ilgili sorunlar bazı fiziksel durumlar ve yaşam dönemleri ile ilişkili olabilir. Diyabet, sigara kullanımı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sinir hasarı hem kadın hem de erkekte cinsel uyarılmayı olumsuz etkileyebilir. Emziren kadınlarda vajinal ıslanmada azalma olabileceği belirtilmiştir. Menapoz döneminde ve sonrasında östrojenin azalması da uyarılmayı zorlaştırabilir. Bazı ilaçlar da uyarılmayı bozabilir. Antidepresanlar, antihipertansifler ve antihistaminikler sıklıkla bu yan etkiye sahiptir.

Bu işlev bozukluğunun en yaygın nedenleri arasında suçluluk ve düşmanlık yer almaktadır. Suçluluk genellikle cinsel ilişkiden hoşlanma isteği ile bunu yapmaktan duyulan korku arasındaki iç çatışmayı içine alır. Düşmanlık sıklıkla eşle ilgilidir. Kadında cinsel uyarılmayı artırmaya yönelik tedaviler Genital bölgeye kan akımını artırarak ya da ıslanmayı kolaylaştırarak etkinlik gösteren ürünler üzerine denemeler sürse de bunlar henüz deneysel düzeydedir. Bazı vazodilatör kremlerin cinsel uyarılmayı düzeltici etkisi sınanmaktadır. Sempatik sinir sistemini uyaran ilaçlar, yohimbin, sildefanil gibi ağızdan kullanılan ilaçlar da araştırılmaktadır. Bu ilaçlar kan akımını artırarak ya da sinir sisteminin bazı bölümlerini uyararak çalışırlar. Efedrin cinsel uyarılmayı ve orgazmı artırabilir. Ancak bu konuda çalışmalar sınırlıdır. Yan etkiler de kullanımı kısıtlamaktadır.

Trazodonun cinsel uyarılmayı artırabildiği belirtilmektedir. Öte yandan kadınlarda depresyon tedavisinde cinsel yan etkileri olmayan antidepresanlar seçmek de önemli görünmektedir.Nefazodon ve mirtazapin bu yönden daha güvenlidir. Kadın Orgazmik Bozukluğu Kadın cinsel yanıtının orgazm kısmıyla ilgili bir bozukluktur. Bu durumda kadın cinsel olarak uyarılır ancak odaklanma, yoğunluk ve süre yeterli olduğu halde orgazma ulaşamaz. Yaşam boyu orgazm bozukluğunda kadın bir eşle ya da masturbasyon ile hiç orgazma ulaşamamıştır. Bu bozuklukla ilgili olarak normalde varolan kişisel varyasyonların farkında olmak önemlidir. Bir diğer önemli konu da kadının cinsel birleşme yoluyla orgazm olmamasının kadında bir sorun olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. Birleşme olmadan klitorisin uyarılmasıyla orgazma ulaşan ancak klitoris uyarılmadığında sadece birleşme ile orgazma ulaşamayan bir kadın orgazm bozukluğu olarak değerlendirilemez. Çoğu kadın birleşme sırasında orgazma hem klitorisin elle uyarılması hem de penil vajinal uyarılma ile ulaşırlar. Kinsey 35 yaşın üzerindeki evli kadınların yalnızca %5’inin yaşamlarında hiç orgazma ulaşmadığını bulmuştur. Orgazm sıklığı yaşla artar.

Kadın orgazm bozukluğunun en önemli nedenlerinden biri “cinsellik eşittir cinsel birleşme” tarzı düşünmedir. Birleşme ve orgazmın başlıca amaç haline gelmesi orgazmı engeller.Kadının eşine kızgın olması da nedenlerden biri olabilir. Bir başka neden etkin olmayan cinsel tekniklerdir. Bazen kadın ve/veya cinsel eşi etkili bir şekilde uyarmayı beceremez. Sevişmek “bildiğimiz” değil öğrendiğimiz bir şeydir. Kaygı da cinsel tekniklerin etkin olmasını etkiler. Cinsellikle ilgili aileden ya da dinden öğrenilenler de bazen kadında kaçınmaya ya da açıkça etkin cinsel uyarımın reddedilmesine neden olabilir. Bazen kadın için orgazm kendini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu konudaki kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar da oldukça önemlidir.

Orgazm bozukluğunun tedavisinde sildenafil kullanımının yararlı olduğuna ilişkin bilgiler vardır. Ayrıca ilaç kullanımına ikincil olan cinsel işlev bozukluklarında da yararlı olabilir. Buspironun kadın orgazm bozukluğunda yararlı olabileceği de ortaya atılmıştır.

Cinsel ağrı bozuklukları
-Vaginismus Vagina etrafındaki kasların birleşmeyi imkansız hale getirecek şekilde istemsiz olarak kasılmasıdır. Vaginismusun nedeni genellikle cinsel birleşme ile ilgili tiksindirici bir uyarandır. En sık rastlanan tiksindirici uyaranlar travmatik cinsel saldırılar, ağrılı birleşme ve travmatik pelvik muayenedir. Diğer nedenler arasında pelvik hastalık ve bilinçdışı korku ve/veya suçluluk olabilir. Tedavide sistematik duyarsızlaştırma, pubokoksigeal kas eğitimi ve vajinal dilatörlerin kullanımı beraberce önerilir. Eşin işbirliği tedavinin etkinliğini belirleyen en önemli etken gibi görünmektedir.

-Disparöni cinsel ilişki ile birlikte tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı olması. Tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı cinsel birleşme dışındaki cinsel uyarılmayla da ortaya çıkabilir. Disparöni vestibülit, vajinal atrofi veya vajinal enfeksiyon gibi tıbbi sorunlara ikincil olabileceği gibi psikolojik de olabilir ya da her iki durum bir arada etkili olabilir. Ayrıca vajinismusa ikincil ya da ıslanmanın olmamasına bağlı da olabilir. Tedavide nedene yönelik tıbbi ve cerrahi girişimler önemlidir. Ancak çoğu kadın için bu girişimlerin yanı sıra bilişsel-davranışçı terapi gerekli olmaktadır. Kadın cinsel işlevinde hormonları rolü Hormonlar kadın cinsel işlevinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Hayvan deneylerinde östrojenin duyuları etkilediğine ilişkin kanıtlar elde edilmiştir. Menapoz sonrasındaki kadınlara östrojen verilmesi vajina ve klitoristeki kan akımını artırır. Yaşlanma ve menapoz sonucu en sık karşılaşılan cinsel yakınmalar istek kaybı, ağrılı cinsel birleşme, cinsel yanıtın azalması, orgazma ulaşmada zorluk ve genital duyarlığın azalmasıdır. Islanmanın azalması ve duyarlığın bozulması östrojen düzeylerinin düşüklüğü ile ilişkilidir. Testosteron düzeylerinin düşük olması cinsel uyarılma, genital duyarlık, libido ve orgazmdaki azalma ile birliktedir.

Menopoz sonrasında kalp hastalıkları artıyor

Türkiye’de kadınlarda kalp hastalıklarında ciddi oranda artış olduğu, özellikle menopoz sonrasında kalp ve damar hastalıklarının görülme sıklığının erkeklere yakın düzeye geldiği belirtildi.

“Menopoz sonrasında kilo alma, kan basıncında yükselme, kandaki kolesterol değerlerinde artış gibi kalp hastalıklarına zemin hazırlayan önemli değişiklikler olabiliyor” diyen Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, kadının, kalp hastalığından ölüm riskinin, meme kanseri ve trafik kazasından çok daha yüksek olduğunu ifade etti. Tokgözoğlu, Türkiye’de kadınlarda 30’lu yaşlardan itibaren, diyabet, obezite ve hipertansiyon görülme oranının yükseldiğini de vurguladı.

Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, kalp damar hastalıklarının erişkinlerde birinci sırada gelen ölüm nedeni olduğunu söyledi. Kalp damar hastalıklarının daha çok erkeklerde görüldüğünü belirten Tokgözoğlu, son yıllarda çeşitli etkenlere bağlı olarak kadınlarda da ciddi oranda artış olduğuna dikkati çekti.

Tokgözoğlu, kadınlarda daha çok meme kanserinden korkulduğunu ancak kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin, trafik kazalarına ve meme kanserine bağlı ölümlerden çok daha fazla olduğunu kaydetti.

Kadınlarda, kalp hastalıklarının görülme sıklığının, genetik özellikler, kolesterol yüksekliği, obezite, hipertansiyon ve diyabet gibi hastalıklara bağlı artış gösterdiğini ifade eden Tokgözoğlu, “Ortalama yaşam süresinin uzaması, hareketsiz yaşam tarzı, sigara kullanımı, beslenme biçimi ve stres gibi modern çağın olumsuz getirileri de önemli risk faktörleri arasında bulunuyor” dedi.

“HASTA SAYISININ YÜZDE 7 ARTMASI ÖNGÖRÜLÜYOR”
Tokgözoğlu, Türkiye’de kadınlarda 30’lu yaşlardan itibaren, kalp hastalıklarına zemin hazırlayan diyabet, obezite ve hipertansiyonun görülme sıklığının arttığına işaret ederek, “Bu risk faktörlerinin artmasına bağlı olarak önümüzdeki 10 yıl içinde kalp damar hastası sayısının geçmiş yıllara oranla yüzde 7 kadar artmasını öngörüyoruz” diye konuştu.

Kadınların damar yapılarının erkeklere göre çok daha ince olduğunu belirten Tokgözoğlu, özellikle çok sigara içen kadınlarda damar daralmadığı halde damar yapısının bozulması nedeniyle kalp krizi riskinin söz konusu olabildiğini söyledi.

Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, kalp hastalığı bulunan kadınlarda stent, balon veya by-pass gibi tedaviler sonrası komplikasyon gelişme ya da damarların tekrar tıkanması riskinin erkeklere göre daha fazla olduğuna dikkati çekerek, “Kalp krizi geçiren kadınlarda ölüm oranı erkeklere göre daha yüksek. Kalp hastalıkları, kadınlardaki ölümlerin yaklaşık yarısından sorumlu ve tüm kanser ölümlerinin neredeyse iki katı” diye konuştu.

Tokgözoğlu, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 22 Avrupa ülkesinde 14 bin hasta üzerinde yapılan “EUROASPIRE” araştırma sonucuna göre, “Türkiye dahil tüm Avrupa’da, kalp hastalığı yerleşmiş kişilerde tansiyon, şeker ve şişmanlığın kadınlarda daha fazla olduğu belirlendi” dedi.

Araştırmada, kalp hastası olan kadınlarda stres ve gerginlik (anksiyete) değerinin erkeklere göre daha yüksek olduğunun tespit edildiğini belirten Tokgözoğlu, gerginlik değerinin kalp hastası kadında yüzde 44, erkekte ise yüzde 26 çıktığını söyledi.

“MENOPOZ SONRASINDA ARTIŞ GÖRÜLÜYOR”
Tokgözoğlu, kalp hastalıkları açısından 40’lı yaşlara kadar erkeklerin kadınlara göre en az 3-4 kat daha fazla yüksek risk altında olduğunu, ancak menopoz sonrasında bu farkın kapanmaya başladığını söyledi.

Kadınların, menopoz öncesi dönemde kalp ve damar hastalıklarından büyük ölçüde korunabildiğini belirten Tokgözoğlu, şunları kaydetti:
“Menopoz sonrasında kilo alma, kan basıncında yükselme, kandaki kolesterol değerlerinde artış gibi kalp damar hastalıklarına zemin hazırlayan önemli değişiklikler olabiliyor. Kadın, bu gibi nedenlerden dolayı, kalp damar hastalıklarına karşı daha savunmasız olabiliyor. Menopozdan önce kadında şeker hastalığı varsa, sigara kullanıyorsa ya da şişmansa, menopoz sonrasında kalp sorunu yaşama olasılığı daha da artıyor.”

“KADINLARDA FARKINDALIK ORANI ÇOK DÜŞÜK”
“Kadının, kalp damar hastalıklarına karşı farkındalığının az olmasına bağlı olarak hekime başvurma ihtimalinin de düşük olduğu” görüşünü savunan Tokgözoğlu, kadınlarda kalp hastalığının belirtilerinin erkeklere oranla daha silik olduğunu söyledi.

Tokgözoğlu, kadının kalp ve damar hastalıklarının belirtilerini menopoz bulgularıyla, yorgunlukla, stres ya da gerginlikle karıştırabildiğini belirterek, “Hekimlerin bile kadınlarda kalp hastalığı olabileceğini düşünülme ihtimali, erkeklere göre daha düşük oluyor” dedi.

Yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak mevcut risk faktörlerinin görülme sıklığının da arttığını vurgulayan Tokgözoğlu, şöyle devam etti:
“Yaşam tarzını çok iyi programlamak lazım. Çocukluk döneminde damak tadı gelişmeden sağlıklı bir diyet alışkanlığı kazandırılmalı. Hastalık tanısı konulduktan sonra da çok geç olduğu düşünülmemeli ve hemen önlem alınmalı. Şişmanlık ve hareketsizlikten uzak durulmalı, ideal kiloya ulaşılmalı ve bu kilo korunmalı. Tercihan 5, en az 3 gün 20 dakika tempolu yürüyüş yapılmalı. Sağlıklı ve düzenli beslenme türü benimsenmeli. Doymuş hayvansal yağlar mümkün olduğu kadar az tüketilmeli, antioksidan içeren meyve ve sebze yenilmeli. Zeytin ya da ayçiçek yağı kullanılmalı. İşlenmiş ve hazır gıdalardan kaçınılmalı. Mümkün olduğunca lifli ve tahıllı besinler tüketilmeli, kepek ekmeği beyaz ekmeğe tercih edilmeli. Sakatatlardan uzak durulmalı. Fazla tuz tüketilmemeli, gençlikte tüketilen tuz bile ilerde kan basıncını etkiliyor, hipertansiyon eğilimi artıyor. Bu da kalp krizi riskini tetikliyor. Ara sıra yoğun diyetler yerine sürekli sağlıklı beslenme seçenekleri kullanılmalı ve bu artık yaşam biçimi haline dönüştürülmeli.”

Sezaryenle Dogumda Patlama

Sağlık Bakanlığı, Türkiye’nin aralarında bulunduğu birçok ülkede sezaryenle doğum oranlarında artış olduğunun belirlendiğini açıkladı. Bakanlık olması gereken oranı da açıkladı.

Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) Genel Müdürlüğü Kadın Sağlığı ve Aile Planlaması Daire Başkanı Dr. Rukiye Gül, geçen yıl hastanelere kayıtlı 1 milyon 126 bin canlı doğum yapıldığını, bu rakamın yüzde 42,5’inin sezaryen, yüzde 57,5’inin normal doğum olduğunu bildirdi.

Gül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye’nin aralarında bulunduğu birçok ülkede sezaryenle doğum oranlarında artış olduğunun belirlendiğini söyledi.

Sezaryenin ilk başlarda anne adayının hayatını kurtarmak için ”umutsuz” yapılan bir ameliyat, sonralarında bebeğin yaşamını kurtaracak ”düşük riskli bir operasyon olduğunu ifade eden Gül, şimdilerde ise tıbbi zorunluluğun dışında ”anne adayının istediği ve hekimin hayatını kolaylaştıran bir tercih” olduğunu kaydetti.

Normal doğumun doğal ve fizyolojik bir süreç, sezaryenin ise gerektiğinde kullanılması gereken bir ameliyat olduğunu ifade eden Gül, normal doğumdan hemen sonra bebek ile doğrudan tensel ve duygusal iletişim mümkünken, sezaryende bu ilişkinin ertelendiğini belirtti.

Gül, annenin normal doğumdan sonra daha kısa sürede iyileştiği için günlük yaşama geçişinin çok hızlı olduğunu, sezaryenden sonra bu sürecin daha fazla zaman aldığını; normal doğumda annenin kanama, enfeksiyon, organ ve doku hasarı, pıhtı oluşumu riskinin sezaryene göre daha düşük ve ekonomik açıdan daha uygun olduğunu bildirdi.

Sezaryenin 1960’larda doğum kanalının dar ya da plesantanın yerleşim yerinin uygun olmaması gibi nedenlerle uygulandığını anlatan Rukiye Gül, şunları kaydetti:

”Annenin doğum sürecinde çektiği ağrılı döneme ilişkin korku ve endişe sezaryen isteğini artırmaktadır. Bu nedenle özellikle gebelik dönemi izlemlerinde kadının bu endişelerini gidermeye yönelik danışmanlık yapılmalı, gerekirse profesyonel yardım alınmalıdır.

Ağrısız doğum olarak bilinen epidural anestezi ile yapılan doğumları artırmak amacıyla uygulamanın yaygınlaştırılmasına yönelik programlar düzenlenmelidir.”

-”ORANI YÜZDE 25’LERE İNDİRMEK İSTİYORUZ”-

Gül, tüm doğumlar arasındaki sezaryen oranlarının İngiltere’de 1990’da yüzde 11,2, 2005’te yüzde 14,1 ve 2002’de yüzde 21,6, Fransa’da 1990’da yüzde 13,9, 1995’te yüzde 14,9 ve 2003’te yüzde 18,7, Almanya’da 1990’da yüzde 15,7, 1995’te yüzde 17,2, 2003’te yüzde 24,8, ABD’de 2002’de yüzde 21, 2003’te yüzde 27,6 ve 2006’ta yüzde 31 olarak belirlendiğini bildirdi.

Avrupa ülkelerinde olduğu gibi son 10 yıl içinde Türkiye’deki doğumlarda da sezaryen oranlarının ciddi artış gösterdiğini dile getiren Gül, şunları kaydetti:

”Her 5 yılda bir yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) verilerine göre, 1998 yılında tüm doğumlar arasındaki sezaryen oranı yüzde 14, 2003’te yüzde 21,4 iken Sağlık Bakanlığı verilerine göre hastane doğumları arasındaki sezaryen oranı 2005’te yüzde 40,7, 2006’da 40,3 ve 2007’de yüzde 42,5’tir.

Yıllara göre sağlık kuruluşunda doğum oranları ise 1993’te yüzde 59,6, 1998’te yüzde 72,5 ve 2003’te yüzde 78’dir.

Yine 1993’te yapılan doğumların yüzde 75,9’u, 1998’deki doğumların yüzde 80,6’sı ve 2003’teki doğumların yüzde 83’ü sağlık personeli yardımıyla gerçekleştirilmiştir.”

Gül, devlet hastanelerinde yapılan doğumların yüzde 36,4’ünün, özel hastanedekilerin yüzde 59’unun ve üniversite hastanelerindekilerin yüzde 56’sının sezaryenle yapıldığını söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün, tüm doğumlar içinde sezaryen oranı yüzde 5-15 olarak belirlediğini dile getiren Rukiye Gül, ”Sağlık Bakanlığı olarak şu an yüzde 42,5 olan sezaryen oranını yüzde 25’lere indirmek istiyoruz. 2007 verilerine göre, 81 ilin 40’ında sezaryenle doğum oranlarının Türkiye ortalamasının üstünde olduğunu tespit ettik” dedi.

-”DOĞUM VE SEZARYEN PROGRAMI BAŞLATILDI”-

Gül, her yıl sezaryen oranlarında artış görülmesinin tespit edilmesi üzerine Sağlık Bakanlığınca geçen yıl ”Doğum ve Sezaryen Programı” başlattıklarını söyledi.

”Her gebeye normal doğum şansı” sloganıyla hareket ettiklerini belirten Gül, Sağlık Bakanlığı Eğitim Araştırma Hastaneleri ve çeşitli üniversitelerdeki öğretim üyeleriyle uzman dernek yöneticilerinin temsilcilerinin aralarında bulunduğu bir Bilimsel Kurul oluşturarak ”Doğum Eylemi Yönetim Rehberi” hazırladıklarını ve 81 ilde uygulanması için genelge yayımlandıklarını bildirdi.

İllerde sezaryen ve normal doğuma yönelik eğitici çalışmalar ve durum değerlendirmesi yaptıklarını ifade eden Rukiye Gül, Sağlık Bakanlığı olarak tıbbi zorunluluk dışında sezaryen yapılmasını önermediklerini, anne bebek sağlığı açısından normal doğumun desteklenmesini amaçladıklarını dile getirdi.

-SAĞLIKTA PERFORMANS VE KALİTE YÖNERGESİ-

Sağlık Bakanlığı, yapılan tespitler üzerine harekete geçerek 1 Eylülde yürürlüğe giren Sağlıkta Performans ve Kalite Yönergesi’nde sezaryen oranlarını da kurumsal performans kriterleri arasına koydu.

Buna göre, hastanede gerçekleştirilen sezaryenle doğum oranları hastanenin performansında gösterge olarak kabul edilecek.

Sezaryen oranlarını düşürmek ve normal doğuma yönlendirmek amacıyla belirlenen bu kritere göre, eğitim hastanelerindeki sezaryenle doğum oranının yüzde 20’yi, diğer hastanelerde ise yüzde 15’i geçmemesi gerekiyor.

Sağlık Bakanlığı Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Dairesi Başkanı Hasan Güler, Türkiye’deki sezaryenle doğum oranlarının yüksek olduğunu, bu oranları sorguladıklarını bildirdi.

Güler, Bakanlık olarak sezaryen oranlarını Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği oranlara çekmek istediklerini belirterek, ”Sezaryen oranlarını, performans kriterlerinde bir klinik gösterge olarak alıyoruz. Koyduğumuz kriterlere göre, tüm hastanelerde sezaryen oranı yüzde 15’i, eğitim hastanelerinde ise yüzde 20’yi geçmemeli” diye konuştu.

Hastanelerin hizmet kalite belgesi alabilmeleri için de sezaryen oranının istenilen düzeyde olması gerektiğini ifade eden Güler, ”Sezaryenle doğum oranları belli bir düzeyin üstündeyse o hastanedeki işleyişin sezaryen anlamında iyi olmadığını düşünüyoruz. Kurumsal kalite çalışmalarında sezaryen oranı yüksek olduğu zaman bireysel performansı da olumsuz etkileyebilir. Ek ödemeye, döner sermayeye de olumsuz yansıyabilir” dedi.

-DERNEKLERİN GÖRÜŞLERİ-

Hastanelerdeki sezaryen oranlarına kısıtlama getirilmesini tepki gösteren uzmanlık dernekleri temsilcileri de sezaryen yapılıp yapılmamasına hekimin karar verebileceğini, bunun sorgulanmasının etik olmadığı görüşünü savundular.

Türk Perinatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Turgay Şener, çok sayıda normal doğum yaptırdıklarını ve bu tür önlemlerle sezaryen oranlarının düşürülemeyeceğini belirterek, ”Zorla kısıtlamalar hekim ve hasta çatışmasını kaçınılmaz kılacaktır. Hasta en ufak bir sorunda acaba normal doğumdan mı oldu diye soracak, hekim ise üzerindeki baskıdan dolayı normal doğuma yönelmemesi gereken durumlarda bile normal doğuma yönelecektir. Baskı arttıkça sorunları da beraberinde getirecektir” dedi.

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş da performans sisteminin hastanedeki kadın doğum uzmanları ile diğer hekimleri de karşı karşıya getireceğini savunarak, ”Bir hastaneye sizin hastanenizde sezaryen doğum oranı atıyorum yüzde şu kadar ise ben sizin performans puanlarınızı düşüreceğim. Bu demektir ki hastanedeki bütün uzmanların alacağı parayı düşürüyor. Yani kadın doğum uzmanları üzerinde diğer uzmanlar tarafından baskı artacaktır” diye konuştu.

Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Acar Koç ise ”Bakanlık normal doğumu teşvik etmek istiyorsa bunun reklamlarını yapmalı. Biz hekim olarak vazifemizi yaparız” dedi.

Menopoza çare: Günde 50 gram soya

Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halis Arıoğlu, menopoza giren kadınlara, besin kaynağı olarak soyalı ürünler tüketmelerini, günde 50 gram soya almalarını önerdi. Soya başka nelere iyi geliyor?

Arıoğlu, zeytin ve zeytinyağı ile diğer bitkisel yağların üreticilerinin sorunlarının belirlenmesi ve çözümlerin tespiti amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonuna, soyalı ürünlerin insan sağlığı için faydalarını içeren bir rapor sundu.

Raporda soya, ”sarı altın” ya da ”asrın harika bitkisi” olarak adlandırılıyor. Dünya bitkisel yağlı tohum üretiminin yüzde 50’si ve bitkisel ham yağ üretiminin yüzde 27’sinin karşılandığı soya, sanayide ham madde olarak da kullanılıyor.

Soya yağı insan bünyesindeki yağ ve lipid metabolizmasını düzenleyen yağ asitleri içerdiğinden; şeker hastalığı, damar sertliği ve kroner kalp hastalığı olan kişilere soya veya soya yağı öneriliyor. Atardamar daralmasını önleyici etkiye sahip soya yağı, ayrıca kandaki kolesterol miktarını da düşürüyor.

-”GÖĞÜS KANSERİNE YAKALANMA RİSKİNİ AZALTIYOR”-

Kadınlarda ostrojen hormonunun kansorojen etkisini önleyen ve zararlı hücrelerin gelişimini durduran soya, bu nedenlerden dolayı kadınlarda göğüs kanserine yakalanma riskini azaltıyor. Her gün soya ile beslenen Japon kadınların göğüs kanserine yakalanma riskinin, Avrupalı kadınlara göre 4 kat düşük olduğu belirtiliyor.

İleri yaşlardaki kadınlarda ortaya çıkan menopozun etkisini giderebilmek için, vücuda doğal ostrojen hormonu takviyesinin gerekli olduğu hekimler tarafından belirtiliyor. Menopoz dönemindeki kadınlara ve diyet beslenmesinde vazgeçilmez besin kaynağı olarak soyalı ürünler öneriliyor.

Raporda, menopoz döneminde soyalı ürünlerle beslenen kadınlarda, yüzde 40 daha az ateş basması şikayetlerinin olduğu, kadınların bu dönemde bozulan vücut dengesinin soya proteini tarafından giderildiği kaydedildi.

Kadınlarda, menopoz belirtilerinin görülmeye başlanması ile birlikte günde 25 gram soya proteini tozunun alınması, menopozun tam etkisine girilmesi halinde ise bu miktarın 40 grama çıkarılmasının hekimler tarafından önerildiği bildirilen raporda ayrıca, menopoz dönemine giren kadınların sağlıklı şekilde yaşamlarını sürdürebilmeleri için günde 50 gram soya almalarının gerekli olduğu da vurgulanıyor.

-”KEMİK ERİMESİ HASTALIĞINA KARŞI SOYALI ÜRÜNLER ÖNERİLİYOR”-

Raporda, ”Menopoz sonrası kadınlarda, her yıl ortalama yüzde 5 oranında kemik ağırlığında azalma meydana gelmektedir. Bunun sonucu olarak kadınlarda ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri olan kemik erimesi hastalığına karşı soyalı ürünler önerilmektedir. Çünkü soya proteini sayesinde vücuda alınan kalsiyumun dışarı atılması yüzde 50 oranında azılıyor” denildi.

Soya yağının, bol miktarda kalsiyum, demir ve çinko elementleri ile E ve B vitamini içerdiği için insan beslenmesinde önemli bir yere sahip olduğu ifade edilen raporda, soyalı ürünlerin, hazmı kolaylaştırdığı, çocuklarda kemik gelişimini artırdığı kaydedildi. Çocuklarda ortaya çıkan kronik sindirim zorluğu ve kabızlığın da soya sütü ile büyük oranda atlatıldığı belirtildi.

Raporda, yüksek oranda protein içeren soya ununun, ekmek ununa yüzde 3-5 oranında katıldığında, ekmeklerin lezzetini artırdığı ve bayatlamalarını geciktirdiğine de yer verildi.

Kısa aralıklarla egzersiz

Yağların en fazla yandığı egzersiz türü 30 dakika egzersiz ve 20 dakikalık aralardan oluşan çalışma.

Japonyalı araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, 20’şer dakikalık aralarla yapılan 30’ar dakikalık egzersizlerin, hiç ara vermeden yapılan egzersizlere göre yağların daha fazla yakılmasını sağladığı belirlendi.

Yapılan araştırmalar doğruluyor
Yapılan çalışmada, yaş ortalamaları 25 olan yedi erkek katılımcının egzersiz bisikletinde yaptıkları çalışmalar sırasında ve sonrasında kan testleri yapıldı. Yapılan aktiviteler üç kategoriden oluşuyordu. Birinci egzersiz, bir saat çalışma ve bir saat mola, ikinci egzersiz 30 dakika çalışma ve 20 dakika mola, üçüncü egzersiz ise 30 dakika çalışma ve bir saat ara verilerek yapıldı.

Yağların en fazla yandığı egzersiz türünün, 30 dakika egzersiz ve 20 dakikalık aralardan oluşan çalışma olduğu belirtildi. Yapılan bu egzersizin, ayrıca adrenalin seviyesinin yükselmesini, ve düşük plazma glikozunun bir sonucu olarak ensülin düzeyinin düşmesini sağladığı açıklandı. Araştırmacılar, bu kimyasal olayların yağ yıkımını gerçekleştirdiğini düşünüyorlar.

Ara verin!
Amerikan Spor Tıp Koleji, 45-60 dakikalık orta düzeyde egzersizle yağların yakılabildiğini belirtiyor, ancak yapılan bu çalışmayla egzersizlere belirli aralıklarla devam etmenin en iyi sonucu sağladığı belirlendi.

Tokyo Üniversitesi’nde araştırmacı Kazushige Goto açıklıyor: “Egzersizlerden en fazla yararın uzun süreli çalışmayla elde edileceği inancı oldukça yaygındır, ancak kısa aralarla tekrarlanan egzersizler sırasında ve sonrasında, yağların yakılması artıyor. Elde edilen bu veriler, gelecekte hazırlanacak egzersiz programları için aydınlatıcı olacaktır.”

Journal of Applied Physiology’nin Haziran sayısında bu çalışmaya yer verilmiştir.

SEZERYAN DOĞUM

Sezaryan ile doğum, Anne’nin karnından, uterusu (rahmi) açarak çıkartılmasıdır. Bebeğin ve Anne’nin sağlığını tehdit eden her durumda ya da, vajinal yolla doğumun imkansız olduğu durumlarda sezaryan yapılır.Sezeryan ameliyatı sırasında, bebeğe ulaşmak için, cildden başlayarak 8 kat tabaka kesilmekte ve sonra dikilmektedir.Bu tabakalar sırasıyla;
* Cilt,
* Cilt altı yağ dokusu,
* Kasların koruyucu kılıfı,
* Kas tabakası,
* Karın iç zarı,
* Uterus zarı,
* Uterus kası,
* Amnion zarıdır.
SEZERYAN DOĞUMUN ZORUNLU OLDUĞU DURUMLAR;
* Önceden sezaryen geçirilmişse veya rahimle ilgili bir operasyon yapılmışsa
* Bebek çok iri ise,
* Bebek makat veya ayak ile geliyorsa,
* Bebek omuzuyla geliyorsa (yan duruş),
* Plasenta (eş) ile ilgili problem varsa (erken ayrılması veya önde gelmesi gibi),
* Kuvvetli ağrılara rağmen doğum yavaş ilerliyorsa veya ilerleme durmuşsa,
* Kordon sarkması varsa,
* HIV veya genital herpes varsa,
* Çoğul gebelik mevcutsa (ikiz, üçüz gibi),
* Bebeğin kalp atımları bozulmuşsa,
* Şeker veya yüksek tansiyon gibi ciddi ve yoğun bakım gerektiren bir durum varsa,
* Bebeğin belirli bir doğumsal anormalliği varsa sezeryanla doğum zorunlu hale gelir.

Adet döngüsü sağlığın göstergesi!

Ağrılı âdet görme, âdet düzensizliği ve aşırı kanama kadınların yabancısı olmadıkları sağlık sorunlarıdır. Bu sorunların çoğu genellikle ağır değildir ve geçicidir. Ancak bazı olgularda vücuttaki önemli sorunların işareti de olabilirler. Bu bakımdan, âdet döngüsünün, bir kadının genel sağlık durumu için iyi bir gösterge olduğu söylenebilir. Örneğin, belirli yeme bozuklukları olan kadınlar, âdetten kesilebilirler. Ya da savaş zamanı gibi aşırı stresli durumlarda, pek çok kadın âdet görmez. İnsan bünyesi çok ilginçtir. İnanılmaz koruma mekânizmaları vardır. Vücut böyle zamanların, hamile kalmak için elverişli olmadığını adeta anlar.

Her kadın için anlamı farklı
Adet döngüsünün düzenli olmasının anlamı, her kadın için farklıdır. Örneğin kadının yaşına göre, normal tanımı farklıdır. Öyle ki ilk âdetlerini gören gençlerde seks hormonları kararlı duruma gelene kadar ilk birkaç yılda, âdetin düzensiz olması beklenebilir.

Menopoz öncesi düzensizleşir
Menopoz öncesinde âdet döngüsü düzensizleşebilir, çünkü yumurtalık hormonlarının düzeylerinde dalgalanma başlamıştır. Bu da menopoza girecek kadınların düzensiz âdet görmesine yol açar. Ergenlik ve menopoz öncesi arasında kalan yaşam süresinde ise bir kadının aylık döngüler halinde düzenli adet görmesi beklenir. Ama bu dönemde de hamilelik, çeşitli hastalıklar, ilaçlar, stres ve kistler gibi başka ve çeşitli sorunlar bu döngünün düzenini değiştirebilir.

Prof. Dr. Ergin Bengisu’ya sordum; “Neler dersin bu konuda hocam, mesela âdet kanamasının kaç günde bir olmasını normal kabul etmeliyiz?” dedim. Sınıf arkadaşım ya hem de aynı binadayız, sohbeti de tatlı, aklıma ne gelse sorarım ona jinekoloji konusunda. Aslında sırf jinekoloji değil, tıbbın her konusuyla ilgilenir Ergin Hoca. Boş vakitlerimizde hep yaşam kalitesini yükseltmek için, önleyici tıpta, sağlıklı yaşamda neler yapılması gerektiğini konuşur dururuz. Modern tıp anlayışında biz doktorlar, hastalarımızı sağlık riskleri ile ilgili her konuda, uyarmaktayız artık. Biz dahiliyeciler, duruma göre “Smear testinizi yaptırdınız mı bu yıl” derken, jinekologlar da gerektiğinde, “Aman dikkat kolesterolünüz yüksek, herhalde çok yağlı yiyorsunuz” demekte. Böylelikle hastasına, sağlık risklerinden korunmak konusunda yol göstermekte.

Ergin Hoca, “İki âdet kanamasının arasının 22 ilâ 35 gün arasında olması normal kabul edilir”dedi ve devam etti. Aylık döngüleri arasında (artı/eksi 5 güne kadar) değişkenlik olması mümkündür. Ama bu değişikliğin çok belirgin ve hızlı olması bir sorun olduğunu gösterebilir. Normalde âdet döngüsü 35 gün olan bir kadının aniden 22 günde bir âdet görmeye başlaması, bir uyarı sinyali olabilir. Doğrusu, böyle bir durumda doktorunuza danışmaktır, bu durumun sebebini araştırır ve gelip geçici bir durum mu, yoksa altında başka sebepler mi var o karar verir. Bu tip değişimlerde hanımlar genelde doktora gitmezler, ya “Yaşlanıyorum canım normaldir” derler veya yakın dostlarına danışıp, onların benzer durumlarını kendilerine adepte ederler. Tabii bu bazen ciddi sonuçlar doğurabilecek bir yanlıştır.

Adet günlüğü tutun
Sağlıkla ilgili, ister âdet düzensizliği ister başka bir bulgu olsun, normalin ve alışılagelmişin dışına çıkan, dikkat çekici her durumu vakit kaybetmeden doktorunuzla paylaşmak, size sağlıklı yıllar kazandırır ve olası hastalıkları önlemede, bazen boş yere kıymetli zaman kaybolmamış olur.

Adet döngüsü normal olan bir kadın, âdet görmediğinde, şartlar müsaitse, öncelikle gebelik düşünülmelidir. Adet kanaması genellikle 2 – 8 gün sürer. Bunun dışındaki süreler, doktora gitmek için bir sinyal olmalıdır. Kadınların bir “âdet günlüğü” tutmaları, belirtileri izlemek ve doktorlarına daha ayrıntılı bilgi verebilmek için çok faydalıdır. Duygusal sıkıntı, diyet veya egzersiz, döngüyü etkileyebilir. Bunları da doktora bildirin.

Günlüğe bunları not edin

• Adet ayın kaçında başladı?

• Bir âdetin ilk gününden sonrakinin ilk gününe kadar olan süre kaç gün?

• Adet kanaması kaç gün sürüyor?

• Kanamanın azlığı/çokluğu? Âdetteki en şiddetli günler hangileri?

• Adet kanaması haricinde leke tarzında kanama (spotting) var mı? Varsa ne zaman? Seksten sonra mı?

• Ağrı var mı? Ağrının tarifi, nerede ve ne zaman?

• Diğer semptomlar ne? Baş ağrısı, sırt ağrısı, mide – bağırsak sorunları, halsizlik, bayılma nöbetleri var mı?

• Olağandışı bir akıntı var mı?

• Kullandığınız ilaçlar neler?

Adet kesilmesinin nedenleri

• Emzirme

• Menopoz

• Doğum kontrol hapları ve bazı ilaçlar

• Stres

• Kötü ve yanlış beslenme

• Depresyon

• Aşırı kilo kaybı

• Aşırı egzersiz

• Bazı kronik hastalıklar

• Ani kilo alma veya obezite

• Tiroit hastalıkları ve polikistik over sendromu dahil bazı hormonal problemler

Asiri Spor Kadinlari Kisirlastiriyor

Uzmanlar, kadınların uyguladıkları ağır sporla bünyelerindeki yağ oranını tükenmeye yakın hale getirdikleri için hamile kalmakta zorlandıklarını belirtti.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Yaralı, kadınları spor yaparken aşırıya kaçmamaları konusunda uyardı. Yaralı, hamilelere egzersiz olarak sadece yüzmeyi önerdi.