Archive

Archive for the ‘Uncategorized’ Category

Hello world!

Welcome to WordPress.com. This is your first post. Edit or delete it and start blogging!

Categories: Uncategorized

Kemik İligi Depresyonu (Miyelosupresyon)

Kemik İliği Depresyonu (Miyelosupresyon) Nedir?

Kemik iliği depresyonu, kemoterapinin ve radyoterapinin yaşamı tehdit eden bir yan etkisidir. Kemoterapide kullanılan sitotoksik ilaç­ların bazılarının az, bazılarının daha çok yan etkisi vardır. . Kanın şekilli elemanları (eritrosit, lökosit ve trombosit) kemik ingin­deki stem hücrelerinde yapılır. Bunların ortalama yaşam süreleri farklıdır.

Eritrositler120 gün
Lökositler 4-5 gün
Trombositler 9-10 gün

Kemoterapi sonrası kan elemanlarının üretimi baskılanınca, kan­da sayıları azalır ve fonksiyonlarına ilişkin yan etkileri ortaya çıkar. . İlk yan etki en kısa yaşam süresi olan lökositlerin azalması ile başlar. Ortalama olarak tedaviden 7 gün sonra başlar ve tedaviden üç hafta sonra normale döner. Ancak sitotoksiklerin bazıları 2-3 gün gibi kısa, bazıları ise 4-6 hafta arasında değişen geç yan etki­lere de neden olabilmektedir.

Enfeksiyon

Lökopeniye bağlı enfeksiyon kemik iliği depresyonunun en ciddi komplikasyonudur.
Nötrofiller, vücudun ilk savunma hattı olduklarından (bakterileri lokalize ve fagosite eder), enfeksiyon riskini belirlemek için hastanın nötrofil sayısının bilinmesi önemlidir.

Kemik iliği baskılanan hastalarda enfeksiyonların çoğunun nedeni
bakteri, virüs ve mantar olabilir.
Tedavide uygun dozda antibiyotikler ve antifungal ilaçlar verilir.
Nötropeninin şiddetli olduğu durumlarda, beyaz küre transfüzyonları
yapılabilir.
Koruyucu izolasyon tekniği uygulanır.
Hasta mümkünse ayrı odaya alınır, ziyaretçi kısıtlanır, enfeksiyonlu
kişilerle teması önlenir.
Hasta ayrı odaya alınamıyorsa kendisini koruması amacıyla maske
taktırılır.
Hastaya yapılan tüm işlemlerde aseptik teknik uygulanır. Hastaya, hijyenik kurallara dikkat etmesinin, yeterli uyumasının, ye­terli ve dengeli beslenmesinin gereği anlatılır ve hastanın bu kuralla­ra uyup uymadığı yakından izlenir.
Enfeksiyon belirtileri yakından izlenir.

Anemi

Anemi dolaşımdaki kanda eritrosit sayısının azalmasıdır. Kanserli hastalarda görülen anemi nedenleri; Kemoterapi/radyoterapi sonrası kemik iliğinin geçici olarak baskılanması
Trombositopeni nedeniyle kanama Kemik iliğine tümör hücrelerinin infiltrasyonu Demir eksikliği, gastrointestinal kanama vb. kanser dışı nedenler sayılabilir.
Oksijen, eritrosit içinde bulunan hemoglobine bağlanarak dokulara taşınır.
Kemoterapi/radyoterapi sonrası kemik iliği baskılandığından erit­rosit sayısı azalır ve dokulara yeterli oksijen taşınamadığından hi-poksi belirtileri ortaya çıkar.
Hastanın cildi soluktur, kaslarda zayıflık ve yorgunluk hissi vardır. Doku hipoksisi nedeniyle hasta depresif, umutsuz ve sinirli olabilir, baş ağrısı ve anjiyo tipi ağrıdan yakınabilir. Vücut oksijen gereksinimini karşılayabilmek için solunum sayısını ve kalp hızını artırır.
Tedavinin temel amacı; aneminin düzeltilmesidir. Genellikle hemoglobin düzeyi 7-9 mg altına indiğinde kan trans-füzyonu yapılmaktadır.
Oksijen tüketimini azaltmak amacıyla hasta istirahat ettirilir. Yaşam bulguları düzenli izlenir. Dengeli beslenmesi sağlanır.

Yorgunluk- Halsizlik

Kanserli hastada yorgunluk ve halsizliğin olası nedenleri arasında anemi, stres, uykusuzluk, vb. birçok neden sayılabilir. Yorgunluk ve halsizliğe neden olan bu belirtilerin fizyolojik neden­leri arasında, metabolitlerin vücutta birikmesi, hastalık ve uygula­nan tedavi nedeniyle tüm vücut fonksiyonlarının ve psikososyal de­ğişikliklerin olması sayılabilir. Tüm bu nedenler dikkate alınarak hastanın bakımı planlanır.

Kanamaya Eğilim

Kanserli hastalarda hastalık sürecinin kendisi ya da uygulanan te­davinin etkisiyle oluşan kemik iliği depresyonu sonucu, trombosito-peniye bağlı kanamaya eğilim ciddi sorunlardan biridir. Hastada yaygın peteşiyal ve subkutan kanamalar sık görülür. İdrar hematüri yönünden izlenmelidir.

Bu hastalarda sık sık gözdibi muayenesi yapılır ve düzenli trom-bosit transfüzyonları gerekebilir. İntramüsküler enjeksiyonlardan, sert diş fırçalarından kaçınılmalı, hasta travmalardan korunmalıdır. Kanserli hastalarda yaygın damar içi pıhtılaşma (DIC) görülebilir. Yukarıda sözü edilen tüm nedenlerle hemşire, hastanın trombosit sayısını bilmeli, düşük olduğunda kanama belirtileri yönünden has­tayı izlemelidir.
İlerlemiş Kanserli Hastaların Bakımı
Çoğunlukla kanserin ilerlemiş durumlarında hastalar, ağrı, halsizlik, dispne ve inkontinans gibi semptomlardan yakınırlar. Ayrıca bulantı-kusma, konstipasyon, iyileşmeyen yaralar gibi sorunlar da sık görülmektedir.

Bu sorunlara kanserin kendisi ya da uygulanan tedavi (daha önce değinildiği gibi) neden olmaktadır.

Ağrı

Kanser tanısı olan hastaların üçte ikisinin ağrısı olmaktadır. Ağrı kanserin kaynaklandığı dokuya göre farklılık gösterir.

Kemik ağrısı; Genelde şiddetli olup, kontrol altına alınması güç­tür. Ağrı sürekli olup, genellikle hareket edince ve ağırlık-kaldırınca artar.

Viseral ağrı: Karaciğer, mide, uterus, vb. organların ağrısı, ba­sınç ve gerginlik hissi veren sürekli ve kunt tiptedir.

Sinir ağrısı: Sinirlere baskı ya da sürekli izlem sonucu oluşur. Bası nedeniyle oluşan ağrı, sızı şeklinde ve süreklidir ve daha son­ra zonklama şeklinde olur. Zonklama sinirlerin tahribi sonucu görülür. Sinirlerin tahribi sonucu oluşan ağrılar pek sık görülmez, bu tür ağrı yüzeyel yanma ya da batma şeklindedir.

Yumuşak doku ağrısı: Bazen enfeksiyon sonucu olur, zonklayıcı türdedir ya da ağrılı kas spazmı olabilir. Sıklıkla ilerlemiş kanserler­de hipoproteinemi venöz staz ya da konjestif kalp yetmezliği sonu­cu yumuşak doku ödemi oluşur. Lenfatiklerin kompresyonu ya da metastaz nedeniyle lenf ödemi oluşur.

Ağrının Değerlendirilmesi

Ağrının doğru değerlendirilmesi uygun tedavinin ilk aşamasıdır. Ağrı sübjektiftir ve ağrının değerlendirilmesinde, sosyo-kültürel, psikolojik etkenler dikkate alınmalıdır. Kanserli hastalarda yapılan birçok çalışmada ağrının şiddetini etkileyen psikolojik faktörler in­celenmiştir.

İlerlemiş kanserli hastalarda bu faktörler ağrının şiddetini artırır. Uy­gun tedavi için fiziksel olmayan faktörlerin de bilinmesi gerekir. Ağrının şiddeti, niteliği, yoğunluğu, yeri, ne zaman başladığı, akut ya da kronik oluşu saptanır, kaydedilir.

Ağrı değerlendirme ve izleme formlarının geliştirilip kullanılması etkili ve sistemli bir ağrı kontrolü yapılabilmesi için son derece ya­rarlıdır.

Ağrı tedavisi

En etkili tedavi yöntemi ilaç tedavisidir. Dünya Sağlık Örgütü baş­langıçta narkotik olmayan analjeziklerden başlayıp üç basamak şeklinde, birinden diğerlerine geçilmesini önermektedir. Hafif ağrı olduğunda aspirin, parasetamol Orta şiddetli ağrı olduğunda, genelde kodein kullanılır.

Categories: Uncategorized

Besin Satin Alma Kurallari

Besin Satın Alma Kuralları

Beslenme için ilk yaptığımız iş, besin satın almaktır. Beslenme için ay­rılan paranın en iyi şekilde kullanılabilmesi için besin satın almada belirli ku­rallara uyulmalıdır. Aşağıaki soru ve bilgiler satın alma davranışınızı kontrol etmede yardımcı olur.

a) Satın alacağınız besine ödeyeceğiniz parayla, besleyici değeri ara­sında ilişki arar mısınız?

Aşağıda, birbiri yerine kullanılabilen besinler gös­terilmiştir. Besleyici değeri yüsek, fiyatı ucuz olanı seçmenizde yardımcı ola­bilir.
Pekmez, baldan daha besleyici, fiyatı da ucuz.
Elma, muz değerinde, fiyatı daha ucuz.
Yapraklı marul, göbeklisinden besleyici, fiyatı daha ucuz.
Bulgur, pirinçten besleyici, daha ucuz.
İstavrit, lüfer değerinde, fiyatı ucuz.
Yumurta, et değerinde, fiyatı ucuz.
Mercimek kıyma kadar besleyici, fiyatı çok daha ucuz.
Mevsimlik sebze, turfanda sebzeden daha besleyici, fiyatı çok daha ucuz.
Süt, gazozdan çok daha değerli, fiyatı aynı.
Ekmek, etimek ve benzeriyle aynı değerde, fiyatı çok daha ucuz.
Pastörize şişede satılan süt, kartonda satılan süt değerindedir. Şişe geri verildiği için şişe sütü daha ucuzdur.

b) Besinlerin değişik yerlerdeki fiyatını araştırır, ona göre satın alır mı­sınız?
taze sebze ve meyve en ucuz ve en taze olarak semt pazarlarında sa­tılır. Manav ve süpermarketlerde, alacağınız sebze ve meyve için, daha çok para ödersiniz. Ancak, evinizden uzak bir pazara birkaç kilo sebze ve meyve almak için giderseniz, arabanıza ödeyeceğiniz benzin ya da taksi parası ma­liyeti artıracağından kârlı olmayacaktır.
Kuru besinler, yağ, salça ve benzeri en ucuz olarak tüketim ko­operatiflerinde ve fuarlarda satılır, kuru besinler, yağ, salça ve benzerini bu yerlerden aylık veya mevsimlik satın alırsanız kârlı olur. Bu kuru besinler 6 aylık, yıllık olarak satın alınabilir. Ancak, saklama koşullarınız yetersizse, bu şekilde alış-veriş, besinin bozulmasına neden olacağından zararla so­nuçlanabilir.

c) Besin satın alma hangi sıklıkla yapılmalıdır?
Kuru besinler, salça, konserve, pekmez ve benzeri aylık, hatta sak­lama koşulları uygunsa yıllık satın alınabilir. Böylece toptan alındığı için ucuz olduğu gibi, enflasyondan daha az etkilenir.
Taze sebze ve meyve, semt pazarlarından haftalık satın alınır.
Et, tavuk, yumurta haftalık satın alınır.

Categories: Uncategorized

Lokal Anestezi Yan Etkileri

Lokal Anestezi Komplikasyonları

Genellikle sistemik absorbsiyon nedeniyle oluşur.

A. SSS komplikasyonları: Total spinal anestezi, bulantı, kusma, öfori, huzursuzluk, anksiyete, de-zoryantasyon ile kendini gösterir.

B. Kardiyovasküler komplikas­yonlar: Hipotansiyon, lumbosak­ral sempatik sinirlerin blokajı so­nucu bacaklarda vazodilatasyon oluşması ile meydana gelir. Blok­tan önce sıvı yüklemesi bu soru­nu azaltır. Efedrin ile tedavi edi­lir. Bradikardi ve arrest iv enjek­siyon sonrasında görülebilir.

Lokal Anestezi Yan Etkileri

C. Nörotoksisite: Çok nadirdir. Ka­uda ekuina sendromu olarak ad­landırılır. Sinir köklerinin toksik konsantrasyonda hiperbarik lokal anestezik maddeye maruz kalma­sıyla ilgili olduğu düşünülmekte­dir. Kısa zaman aralıklarında tek­rarlayan dozlarda spinal bölgeye enjeksiyonların yapıldığı mikro-kateterlerle birlikte görülmüştür. İntratekal kateterlerin ucunun sakral bölgede kalması ve hiper­barik lokal anestezik maddenin burada göllenmesi riski artır­maktadır.

D. Opioidlerle ilgili: Bulantı, kus­ma, kaşıntı, herpes reaktivasyo-nu, üriner retansiyon görülebilir.

Doğal olarak anesteziye, cerrahi bir işlem için gerek duyulmakta­dır. Peroperatif dönemdeki mor-bidite ve mortaliteyi etkileyen 3 faktör arasında hastanın preope-ratif durumu, cerrahi işlemin sü­resi ve anestezi vardır. Amerikan Anesteziyoloji Derneğinin (ASA) risk sınıflandırma sistemi, has­tanın preoperatif durumunu belir­leyerek operasyon ve anestezi sırasındaki durumunu da gösterir (Bkz. Bölüm 6). Operasyondan önce bilinen bazı fak­törler de komplikasyon oranını etkiler. Bunlar arasında:

Fiziksel durumun zayıflığı
Kalple ilgili problemler
Yaş (6 aylıktan küçük ve 70 ya­şından büyük)
Anestezi ve operasyon süresi
Vital organların operasyonu
Acil operasyonlar
Kompleks operasyonlar
Psikolojik depresyon ve endişe Operasyon riskini belirleyen en önemli faktörlerden biri de; cerrahi işle­min büyüklüğü, yeri ve operatörün be­cerisidir. Anestezi sırasında meydana gelen olaylar, hastanın preoperatif de­ğerlendirilmesine, kullanılan ilaçlara, kullanılan alet ve cihazlara, insani fak­törlere (hatalara), anestezi prosedürleri­ne bağlıdır.

Kompleks sistemlerde, kritik olayla­rın insan davranışından kaynaklandığı­na inanılır. İnsanlar hata yaparlar. İnsan hataları yanlışlıklar, ufak hatalar ve kusurlar olarak sınıflandırılabilirler.

Yanlışlıklar; bir hareketin planlama safhasında veya bir problemin çözülme­si sırasında görülür. Ya iyi bir kuralın yanlış uygulanması ya da kötü bir kura­lın uygulanması sonucu oluşurlar. Ufak hatalar ve kusurlar; bir işi yerine getirme safhasında yapılan hatalar­dır. Ufak hatalar, dikkatle ilgili hata­lardır. Revers ajanlarının yerine kas gevşetici ajanın enjeksiyonu gibi. Ku­surlar, hafıza ile ilgili olanlardır. Plan­lanan hareketleri unutmak (örn; otoma­tik ventilatörü çalıştırmayı unutmak) bunlara örnektir.

Categories: Uncategorized

Gen Teknolojisi Nedir

Gen Teknolojisi Yöntemleri

1970 yılında rastlantı sonucu, çok ilginç bir bakteri enzimi bulundu. Bu, belli kesinti noktalarında parçalara ayırdığı DNA’yı yıkar. Bugün 100’den daha fazla böyle RESTRİKSİYON ENZİMİ bilinir. Bunlar DNA çift dizininde 4-6 baz çiftlik dizin tanır. Bunlar da birbirinin simetriğidir. Baz çifti öne veya arkaya doğru okunması ha­linde bile aynıdır.

Bazı restriksiyon enzimleri kesinti noktalarını, DNA fragmanlarının kısa tek di-zinli uçları geride kalıncaya kadar değiştirerek ayırır. Eğer bir uç AATT sırasını gös­terirse, diğer dizin TTAA şeklindedir. Birbirine uygun olan tek dizinin bölünmeleri tekrar bir araya gelme eğilimi gösterdiğinden bunlara yapışkan uçlar (sticky ends) de­nir.

Restriksiyon enzimleri gen operatörlerinin kullandığı aletlere benzer. Burada farklı kökenden olan izole DNA’lar bir restriksiyon enzimi ile muamele edilir. Ya­pışık uçlu, bağırsak bakterisi ya da kurbağadan elde edilmiş olabilen DNA parçaları meydana gelir. Karışımda bakteri ve kurbağanın DNA fragmanlarının tesadüfi olarak birikmiş olması mümkündür. Bu parçalar “DNA-ligaz enzimi” ilavesi ile yeni kom­bine edilmiş DNA’ya sıkıca bağlanır.

Gen teknolojik yöntemler, sanayi ürünlerinin üretiminde de kullanılır. Günü­müzde İNSÜLİN ve İNTERFERON gibi insan proteinleri, tam bir saflıkta bakteri kültürlerinden elde edilir. İnsan genini bakteriye aşılamak için bakteriyel PLAZMİD’ ler kullanılır. Bunlar küçük DNA halkaları olup, az sayıda gen taşır ve hücre mem-branmdan rahatça içeri girebilir. Plazmidler izole ve restriksiyon enzimi ile muamele edilir. Açılan plazmidlere yapışkan uçlu insan geni verilir ve bağlayıcı DNA-ligaz enzimi eklenir. Böylece rekombine edilmiş insan geni içeren bir plazmid oluşur.

Dokuya Özel Plazmojen Aktivatörü (Gen Teknolojisinin Bir Ürünü)

İnsan kanı PLAZMİNOJEN proteini içerir. Bu, kan pıhtısını çözebilen PLAZ-MİN adlı enzime dönüşebilir. Bu arada pıhtılaşmada oluşan fibrin molekülleri hidro-litik olarak parçalanır.
Plazminojenin plazmine dönüşümüne çeşitli dokuların salgıladığı “tisue (=do-ku) Plasmojen Aktivatörü (tPA) etki yapar. Bu dönüşüm sadece pıhtının tek tek fib­rin dizinlerinde olduğu için kanın genel pıhtılaşma özelliği zarar görmez.

Venlere tPA enjeksiyonu ile trombozlar çözünebilir ve böylece enfarktüslü has­talarda kalp damarlarındaki tıkanıklık giderilir. Ama yeterli miktarda tPA elde ol­madığından, bunun plasenta dokusundan veya konserve kandan izole edilip temizlen­mesi gerekir. Plazmojen-aktivatörü kompleks bir GLİKOPROTEİN’du. 527 aminoasitten oluşur ve üç bağ noktası yanında, ilaveten bir karbonhidrat zinciri de taşır. Yani kimyasal olarak sentezi mümkün değildir.

Bu yüzden çok basamaklı bir yöntemle tPA’nın gen teknolojik olarak üretimine çalışılır. Önce tPA miktarı yüksek olan bir insan hücre kültürü aranır ve bu hücre­lerden mRNA izole edilir. Bu RNA’dan REVERS TRANSKRIPTAZ enzimi yardımı ile cDNA (copy DNA) üretilir.

DNA kopyalan gen operatörlüğü yardımı ile bir Plazmide yerleştirilip E. coli’ ye aşılanır. Çeşitli yöntemlerle, örneğin plazmojen-aktivatörüne karşı özel bir anti­kor kullanılarak tPA geni içeren bakteriler bulundu. Bu bakteriler plazmojen-aktiva-törünün peptid zincirini üretiyorlardı; ama prokaryont olarak, işlevsel ökaryont gliko proteinleri yapamıyorlardı. Bu yüzden şeker bileşenlerini de tPA’ya bağlayan bir bi-yosentez bulunmalıydı. Bu nedenle bakterilerdren tPA geni izole edilip kobay hüc­relerine enjekte edildi. Ökaryotik hücre kültürleri, santrifüjle tPA’nın ayrılıp kromo-tografik olarak temizleneceği proteinler üretildi. Şu anda tPA’nın gen teknolojik yöntemler kullanılarak çok yoğun bir şekilde üretimi yapılmaktadır.

Gen Teknolojisinin Kullanıldığı Alanlar için bazı örnekler

GEN TEKNOLOJİSİ canlıların genetik materyallerinin amaçlanan bir şekilde yeni kombinasyonlarını mümkün kılan, tüm metodları kapsar. Farklı türden organiz­malar arasındaki genetik bilginin taşınım mekanizması da buna dahildir. Gen tekno­lojisinin gelecekte toplumdaki etkisi tartışılır, çünkü bu yeni teknoloji kullanımı bir yandan fayda sağlamakta; ama bazı tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Burada üzerinde en çok durulan nokta, gen teknolojik müdahalelerle yapılan değişikliklerin, organizmaların yeni özellikler kazanıp hastalık yapıcı veya çevre bozucu etki yapıp yapmayacağıdır.

Bununla birlikte gen teknolojisinin özellikle tıp, kimya endüstrisi ve tarım alanında sağladığı faydalar inkar edilemez.

Hammadde İşlemede Bazı Örnekler

Bitkilerdeki selüloz ve nişasta ham maddesi, artan bir şekilde önem kazanıyor. Dünyadaki bitkilerden yıllık nişasta üretimi bir milyon ton civarındadır. ABD’deki mısır nişastası, biyoalkol üretiminde kullanılır. Yalnız nişastanın bir ön muamele­den geçirilmesi şarttır, zira Saccharomyces cerevisie adlı maya nişastayı direkt olarak mayalamaz. Onda nişasta yıkıcı bir enzim olan AMİLAZ yoktur. Bu yüzden bakteri­lerden amilaz için bir gen izole edilmiştir. Eğer bu gen, mayaya işlev yapacak şekilde aşılanabilirse, ideal bir mikroorganizma elde edilecektir, yani nişasta yıkımı ve alkol üretimi böylece aynı anda olacaktır.

Hayvan Islahı İle İlgili Örnekler

Günümüzde gen teknolojisinin pratik önemi hayvan ıslahında kendini gösterir. ABD’nde seksenli yıllardan beri kullanılan sığır büyüme hormonları bovine Growth Hormone (=bGH), E. coli kültüründen elde edilir. bGH bakteriye gen teknolojik ola­rak enjekte edilmiştir. Hergün hormon enjekte edilen ineklerde, % 40 oranında süt artışı sağlanır. Bu arada sütteki hormon kalıntılarının, insan organizmasında yol açacağı olumsuz etki de göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle bGH kullanımı çeşitli ülkelerde yasaktır, zira kalıntıların kanserojen madde taşıdığı bilinir. Burada gen teknolojik müdahalede ürünün artırılması bakımından bir fayda sağlanmış olsa bile, hormon kalıntısının insanda yol açacağı kötü sonuçlar nedeniyle gerek hayvan ve ge­rekse bitki üretiminde hormon kullanımı, ya yasaklanmalı ya da etkin bir biçimde kontrol edilmeli ve hormonun tamamı çözünüp insanda kanser ve diğer hatalıklara yol açmaması sağlanmalıdır.

Buz Minus Bakterileri

Kaliforniya’da 1987 yılı ilkbaharında genetik olarak değiştirilen organizmalarla doğada ilk defa bir deney yürütüldü. Orada erken ilkbahar gece donları ile ürün kaybı olmaktaydı. Dona duyarlı bitkilerdeki su, normal olarak -5 ile -8°C de donar ve za­rar görür. Ora bitkilerinin yüzeyinde çok sayıda bakteri vardır. Bunlardan Pseudomo-nas syringae çok yoğundur. Bu bakteri, yüzeyinde belli bir protein yapar. Bu yüzden bitkideki çiğ tanecikleri 0°C’nin hemen altında donar. Meydana gelen buz iğneleri dokuya girip onu tahrip eder.

Gen teknikerleri Pseudomanas syringae’de yüzey proteini genini saptayıp ondan bir DNA dizinini uzaklaştırdılar. Böylece yüzeyinde protein olmayan BUZ MINUS BAKTERİSİ elde ettiler. Bunlar Psedomonas syringae’nin rakibi olarak bitkiye BUZ ARTI BAKTERİ’sini sokabildiler.

Laboratuvar deneyleri “buz” eksi bakterisi serpilmiş test bitkilerinin -l°C’den zarar görmemesine karşın, muamele edilmeyen kontrol bitkilerinin hepsinin zarara uğradığı görülmüştür.

Nisan 1987’de deneme alanındaki çileklere buz-minus-bakterileri serpildi. Bu olay birçok grubun protestosuna yol açtı, zira bunlar gen teknolojisi kullanılarak de­ğiştirilen bakterilerin serbest bırakılma tehlikesini çok büyüttüler. Buz minus bakte­rilerinin diğer bitkilere de yayılacağı ve buz-artı-bakterilerinin yerini alacağından korktular. Gerçekten de kontrollü ve bilinçli kullanılmama sonucunda çeşitli bitkile­rin de bundan etkilendiği görülmüştür.

Categories: Uncategorized

Kolonoskopi Nedir

Kolonoskopi Nedir

Kolonoskopi taraması, kolorektal kanseri saptamak ve çıkar­mak—belki de önlemek—için altın standart olarak değerlendiriliyor. Bu uygulamayla kolon kanserlerinin %95’i saptanabilir ve prekanse-röz polipler kansere dönüşmeden alınabilir.

Kolonoskopide sigmiodoskopideki teknolojinin aynısı kullanılır, ama sigmoidoskopide olduğu gibi kolonun sadece alt kısmı değil, rektumdan çekuma 1,5-1,8 m uzunluğundaki kolonun tümü taranır. Tarama sırasında hekim, sigmoidoskopide kullanılan tipte, ışık, vide-o kamera, görsel alanı açmak için hava üfleyen bir alet ile doku bi­yopsisi veya polipleri almak için kullanılacak aletlerin geçeceği boş bir kanal içeren, uzun, esnek, ince bir hortum kullanır.

Kolonoskopi Hazırlığı

Fiberoptik esnek kolonoskop rektumdan yukarı, tüm kolon bo­yunca dikkatlice ilerletilir ve sonra da yavaşça geri çekilir. Video ka­meradan alınan görüntüler büyütülerek bir monitöre yansıtılır. Tara­ma sırasında dokulara veya poliplere biyopsi yapılabilir, polipler alı­nabilir. İşlem hasta açısından genellikle 30-60 dakika sürer, ama bi­yopsi yapılması veya polip alınması gerekirse uzayabilir. Aslında iş­lem sırasında görüntülerin incelenmesi ancak 12-15 dakika sürer.

Tüm polipler, prekanseröz görünmeseler de genellikle önlem ola­rak alınır. Alınamayacak kadar iri poliplere veya anomalilere biyop­si yapılır ve doku test için laboratuvara gönderilir.

Hekim bu testi ayakta hasta kapsamında uygular. Uygulama ya­pılacak kişiye genellikle hafif bir sedatif verilir. Bunun amacı bireyi bilinçli sedasyon adı verilen gevşemiş, uyuşuk bir hale sokmaktır. Bu genel anestezi değildir—kendi başınıza nefes alıp verebilirsiniz ve si­ze söylenenlere cevap verebilirsiniz, ama kısa süreli unutkanlığa ne­den olur. Büyük olasılıkla yapılan işlemi hatırlamaz, ağrı ya da rahat­sızlık hissetmezsiniz. (Kolonoskopi sonrası)

Aslında pek çok kişiye göre bu taramanın en sıkıntılı kısmı tüm kalın barsağın temizlenmesini gerektiren hazırlık aşamasıdır. Heki­miniz teste hazırlanmak için neler yapmanız gerektiğini ayrıntılı ola­rak anlatacaktır. Bu hazırlıklar çok önemlidir: Kolonunuz dışkıdan tam olarak temizlenmezse kolonun iç yüzeyi net olarak görülemez ve hekim işlemi yinelemek zorunda kalabilir.
Tüm hazırlık işlemi iki gün ya da biraz daha fazla sürer ve bu sü­re boyunca sürekli tuvalete yakın bir yerde bulunmak isteyebilirsiniz. Kolonoskopiden önceki gün diyet verilir. Diyette sadece tavuk suyu veya meyve suyu gibi katı madde içermeyen sıvılara izin verilir. Şe­kersiz kahveye ve çaya izin verilir, ama süt yasaktır. Kırmızı dışında her renk jelatine de izin vardır. Kan inceltici almamanız istenir.
Laksatife kolonoskopiden önceki akşam başlanır. Genellikle sıvı­dır, ama hap şeklindeki laksatifler de artık bulunuyor. Bazıları bu tip laksatifleri yeğlemektedir. Hekiminizden bu konuda bilgi isteyin.
Kolonoskopinin ardından sedatifin etkisi geçene kadar gözlem al­tında tutulursunuz. Araba kullanamazsınız, bu nedenle birinin sizi al­ması için ayarlama yapmalı ya da taksiye binmelisiniz. Günün geri kalanında kendinizi zorlamayın ve laksatif kullanımıyla kaybettiğiniz sıvıyı yerine koymak için bol sıvı tüketin.

Biyopsi yapıldıysa veya polip alındıysa, rektumdan çok hafif bir kanama gelebilir. Bu normaldir. Ancak ağır kanamanız olursa veya şiddetli kramplar, ateş ya da titreme başlarsa hekiminizi arayın.
Kolon kanseri riski ortalama düzeyde olan, 50 yaş üstündeki her­kese 10 yılda bir kolonoskopi yaptırması önerilir. Kanseröz polipler oldukça yavaş büyüdüğünden polip saptanmayan, riski artmış olma­yanların on yılda birden daha sık kolonoskopi yaptırmasına gerek ol­mayacaktır. Yüksek risk altındakiler ise daha sık yaptırmalıdır.

Riskler ve dezavantajlar. Kolonoskopi girişimsel (invazıf) bir iş­lemdir. Dolayısıyla ufak bir risk taşır. Fiberoptik kolonoskopiden kaynaklanan delinme veya enfeksiyon riski her 1000 kolonoskopide bir ya da üç kişide görülür.

Kolonoskopiler her zaman hatasız olmaz. Kalın barsak içinde kat­lanıp kıvrıldığından tümörler, özellikle de yassı olanlar ve barsak du­varında gelişmekte olanlar gözden kaçabilir. Yılda bir yapılan dışkı­da kan testleri bu tümörleri saptamaya yardım edebilir.

Vücudun susuz kalması da sıkıntı yaratabilir: Sodyum fosfat içeren bir lavman ya da oral laksatif kullandıysanız, su kaybetme riskiniz olabilir. Bol sıvı almalısınız, elektrolit içeren solüsyonları da düşüne­bilirsiniz. Piyasada çok çeşitli çözümler bulunmaktadır. Hekiminize ne önerdiğini sorun. Sodyum fosfat içeren formüller bazılarında böb­rek hasarı riskini de artırabilir.

Kolonoskopi yaptırmadan önce hekiminizle genel sağlık durumu­nuz, kronik hastalıklarınız ve reçetesiz ilaçlar ve besin destekleri da­hil, aldığınız tüm ilaç ve destekler konusunda konuşmalısınız.

Categories: Uncategorized

Ton Balikli Üçgenler

Mutfak: Türk
Süre: 20

MALZEMELER
1 adet yumurta
1 kutu misir konservesi
1/3 su bardagi sivi yag
1 çorba kasigi maydanoz, ince kiyilmis
1 adet (orta boy kutu) ton baligi konservesi
6 dilim tost ekmegi ya da beyaz ekmek dilimleri

YAPILIŞ TARİFİ
Ton baligi ve misirin fazla yagini ve suyunu süzerek karistiralim. Kiyilmis
maydanoz ve yumurtayi ekleyerek iyice karistiralim. Tost ekmeginin kabuk
kisimlarini keskin bir biçak yardimiyla keselim. Ton baligi ve misirli
karisimdan ekmegin üzerine sürelim.dilimleri bölerek üçgenler elde
edelim. Bir tavaya sivi yagi alalim. Orta ateste hafifçe kizdiginda ekmek
dilimlerini tavaya alalim.altin rengi aldiginda spatulayla tavadan alalim. Bir
havlunun üzerine çikararak fazla yaglarin süzülmesini saglayalim. Diger
üçgenlerede ayni islemi uygulayarak servis yapalim.

Categories: Uncategorized

Deniz Ekosistemi Nedir

Deniz Ekosistemi Nedir

Denizin Bölümlere Ayrılması

Denizler, yeryüzünün birbiri ile bağlantılı en büyük ekosistemini oluşturur. İç suların yüzölçümü % 1 olduğu halde denizlerin yüzölçümü, yer kürenin % 71’ini oluşturur.

Bu büyük yaşam alanı, kaba olarak açık deniz, yani PELAJİAL ve deniz zemi­ni, yani BENTHAL olmak üzere ayrılır. Bu bölgeler, yine dikine ve yatay alt bö­lümlere sahiptir. Diğer yandan karasal yamaç serbest su ile birleşir. Dikine olarak 100 m derinliğinde az çok ışığın girdiği ÖFATİK ZON (=EPİPELAJİAL) ve bunu izleyen ışıksız kısım, yani AFOTİK ZON (=ABİSSAL) bulunur.

Deniz zemini de LITORAL ve SUBLİTORAL ZON’a ayrılır. Bundan bir yan­dan kıyı, diğer yandan da delta bölgesinin kara kenarına kadar olan kısmındaki zemin bölgesi anlaşılır. Bunu karasal yamacın 3 000-7 000 m derinliğe kadar inen kısmı iz­ler. Derin deniz çanağı, denizin en büyük kısmıdır. Burası tüm yüzeyin 5/7’sini içine alır ve yeryüzünün yaklaşık yarısını kapsar.

Yaşama Alanı Olarak Deniz ekosistem

Tuz, besin maddesi, sıcaklık, ışık ve su hareketleri, denizin yaşama koşullarını belirleyen, abiyotik faktörlerdir. Denizlerin ortalama tuzluluğu % 0,35’dir. Sıcaklı­ğın azalması ile deniz suyunun yoğunluğu artar. Böylece soğuyan yüzey suyu dibe çöker. Su yüzeyi donsa bile, sıcaklığa bağlı bu sirkülasyonlar durmaz; ama sadece yavaşlar. Tatlı suda görülebilen değişmeyen (=stabil) bir kış durgunluğuna (=stag-nasyon) denizde rastlanmaz. Buna karşın yaz stagnasyonu, yani sıcak suyun soğuk tabaka üzerinde bulunması durumu deniz suyunda da görülür. Tropik bölgelerdeki bu ilişkilere bütün yıl boyunca rastlanır.

Rüzgar, med-cezir ve yoğunluk farkı ile oluşan su akıntıları kompleks bir sis­tem oluşturur. Su akıntılarının oluşumunu, basit olarak aşağıdaki gibi açıklayabi­liriz: Ekvatorun yakınındaki rüzgarlar, kıtalar ve yerkürenin dönüşü istikametinde yüzey suyunu yönlendiren ekvator akıntılarını, kuzeye veya güneye taşır. Su kütle­leri orada soğudukça soğur ve deniz dibine çökerek tekrar derin su akıntısı şeklinde ekvatora doğru geriye akar.

Denizde Yaşayan Organizmalar ve deniz ekosistemi hakkında bilgi

Soğuk ve besince zengin üst düzeyde fitoplanktonlar yüksek oranda primer üre­tim yapar. Açık suda yaşayıp, hareket etmeyen veya çok zayıf hareket eden organiz­malara genel bir kavram olarak PLANKTON denir. Bunlar pasif olarak suyun akıntı ve hareketleri ile taşınır.

Denizcil fitoplanktonlar kalkerli alg ve dinoflagellatlardan oluşur. Zooplankton-lardan yengeçler zooplankton kütlesinin % 70’ini oluşturur. Yaşam sikluslarının tamamını açık suda geçiren planktonların 30 000 türü vardır. Oklu solucan, kanatlı salyangoz ve yengeç larvaları, salyangozlar, halkalı solucanlar ve deniz kirpileri de­niz planktonlarındandır.

Denizde yaşayan omurgalı hayvan ve mürekkep balıkları NEKTONları oluş­turur. Nekton denince, denizde akıntıya karşı hareket edebilen canlılar anlaşılır. Yak­laşık 20 000 balık türü nektondur.

Plankton ve nektonlar besin zinciri ve ağı ile birbirine bağlıdır. Yıkımda ortaya çıkan besin maddesi derindeki suyun yükselmesi ile üretimin olduğu bölgeye gelir. Üretimin çok zengin olduğu bu tip sucul alanlara örnek olarak Kuzey Denizi’ni vere­biliriz. Dünya denizlerinde, elde edilen yıllık 60 milyon ton ürünün 3 milyon tonu, balık, midye ve istridye olarak Kuzey Denizi’nden elde edilir.

Diğer deniz bölgeleri, biyolojik olarak bir çöle benzer. Örneğin okyanusun orta bölgeleri, ekvatorun kuzeyi ve güneyi, ışık ve sıcaklığın iyi olmasına rağmen üre-timsiz çöller gibidir.

Categories: Uncategorized

Amerikan Usulü Pirinçli Güveç

Amerikan Usulü Pirinçli Güveç  tarif tarifi Malzemeler 

1 Su Bardağı Amerikan Pirinci

3 Çorba Kaşığı Soya Yağı

350 gr Salam

200 gr Sosis

1 Soğan

1 Diş Sarımsak

1 Salçalık Kırmızı Biber

200 gr Domates

2 Su Bardağı Tavuk Suyu

12 Siyah Zeytin

1 Çay Kaşığı Tuz

1 Çay Kaşığı Taze Çekilmiş

Karabiber

Yemeğin Tarifi  

Salamı ince ince dilimleyin. Sosisleri küçük doğrayın. Soğan, sarımsak ve kırmızı biberi ince ince doğrayın.

Soya yağını güveçte kızdırıp salam ve sosisi kavurun. Soğan ve sarımsağı ekleyip pempeleşinceye kadar 2-3 dakika pişirin. Kırmızı biberi ilave edip kavurun. Pirinci yıkayıp süzün. Salamlı karışıma ilave edip ara sıra karıştırarak 3-4 dakika pişirin.

Domateslerin kabuklarını soyup doğrayın. Domates ve tavuk suyunu güvece ekleyip karıştırın. Kaynayınca ateşi kısıp kapağı kapalı olarak 15- 20 dakika pişirin. Zeytinlerin çekirdeklerini çıkarın. Tuz, karabiber ve zeytinleri yemeğe ilave edip iyice karıştırın. Sıcak olarak servis yapın.

Categories: Uncategorized

Kolorektal Kanseri Nasil Baslar?

Kolorektal (Kolon) Kanseri Nasıl Başlar?

Hemen hemen tüm kolorektal kanserler kalın barsâğm en iç kat­manı olan mukozada başlar.

Kalın barsak duvarı dört doku katmanından oluşur: Mukoza, submukoza, muskularis propria ve seroza. İkinci katman olan sub-mukozada kan damarları ve sinirler bulunur; muskularis propria iki takım kas barındırır ve seroza da en dıştaki zardır. Mukoza tabaka­sı, barsağı sindirim sularından koruyan, bakterileri nötralize eden ve barsak içindeki maddelerin taşınmasını kolaylaştıran alkali özellikli bir sümüksü madde sayesinde kaygandır. Bu alkali madde yakındaki içsalgı bezleri tarafından salgılanır.

Kolon kanseri belirtileri nelerdir?

Kolorektal kanserler genellikle, mukozada ortaya çıkan iyi huylu poliplerle başlar. Bazı insanlar polip oluşumuna daha yatkındır; bu özellikle kendisinde veya ailesinde kolorektal kanser öyküsü olanlar, kolorektal kanserle bağlantılı belli genleri taşıyanlar ve tıp 2 diyabe­ti olanlar için geçerlidir.
Bu poliplerin çoğu iyi huylu kalır. Ancak adenomatöz poliplerin (ya da adenomların) anormal hücre geliştirme, prekanseröz olma ve sonunda kansere dönüşme potansiyeli yüksektir.
Adenomlar genellikle bir sap üzerinde büyür, minik mantarlara benzerler. Öte yandan yassı da olabilirler. Bunların gelişimi genellikle on yıl ya da daha uzun bir süreye yayılır. Kansere dönüşme riski büyümeleriyle ve kolonda gelişerek geçirdikleri sürenin uzamasıyla artar.

Kötücül adenomlara adenokarsinomlar adı verilir. Erken evrele­rinde, anormal hücreler polip içindedir. Bu aşamada çıkarıhrlarsa, in-vazif kansere dönüşmeyebilirler. Öte yandan kanser hücreleri polip içinde çoğalırken kolon ya da rektum duvarına ya da daha ileri böl­gelere geçebilirler. İlerlemiş olgularda, tümörler kolorektal duvarın tüm doku katmanlarını tutmuştur. İlerlemiş kanser metastaz da yapabilir, dolaşım sistemindeki hücrelere ulaşarak karaciğer ve akciğer­ler gibi diğer organlara sıçrayabilir.

Categories: Uncategorized