Archive

Archive for the ‘Diyabet’ Category

ŞEKER HASTALIĞI DİYABET İÇİN ŞİFALI BİTKİLER

1- Arpa çimi, yulaf, kereviz tohumu, okaliptus yaprağı, ceviz yaprağı, keçi sakalı, dulavrat otu, zeytin yaprağı, adaçayı, yaban merkezi, aslanpençesi bitkilerin çaylarından günde 3-4 bardak içilir.

2- Karahindiba,ceviz yaprağı ile kaynatılıp içilmeye devam edilirse kandaki şekeri düşürür.

3- Yabani hindiba kökü zeytinyağı ile kaynatılıp içilmeye devam edilirse kandaki şekeri düşürür.

4- Lahana,tere,marul,turp,domates ve patlıcan gibi sebzelerin de şekeri düşürücü özelliği vardır.

Prof. Dr. Ahmet Maranki

Diabet cinsel sağlığı olumsuz etkiliyor

Türkiye’de yaklaşık beş milyon insanın sorunu olan diyabet, cinsel yaşam kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Ancak bu sorunların bir çoğu basit tedbir ve tedavilerle düzeltilebiliyor

Daha çok kalıtım ve hormonsal bozukluklarla ortaya çıkan ve önemli bir sağlık sorunu olan diyabetin görülme sıklığı giderek artıyor. Özellikle son yıllarda kalorili, şekerli ve yağlı yiyeceklerin fazla tüketilmesi bu artıştaki en önemli neden olarak gösteriliyor. Uzun yıllar kontrol edilmeden devam eden diyabette diğer komplikasyonlara paralel olarak cinsel sorunlar da gelişebiliyor.

Ancak diyabetin yarattığı cinsel sorunların yaşam kalitesini düşürmesine izin vermemek mümkün. Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz, diyabette cinsel sağlığı korumanın yolları ve yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi. Tip 1 veya Tip 2 diyabetin kadınlarda seksüel hayatı fiziksel olduğu kadar ruhsal açıdan da etkilediğini ifade eden Prof. Yılmaz, “Özellikle diyabetin neden olduğu kilo artışı başta olmak üzere bir takım fiziksel değişikliklerin kadınların cinsel hayatında bir takım olumsuzluklar yarattığı söylenebilir” dedi.

Ancak bu sorunların büyük çoğunluğunun basit önlemler veya tedavilerle düzeltilebildiğini kaydeden Yılmaz, “Özellikle iyi glisemi ayarı, bunun gibi birçok sorunu ortadan kaldırıyor. Bizim toplumumuzda kadınlarda diyabetin cinsel sağlık üzerine olan etkisi, erkeklere göre daha az dile getirilmekte ve irdelenmekte olmasına rağmen sorun hiç de azımsanacak ölçüde değildir” diye konuştu.

Diyabetin kadınlarda en sık neden olduğu cinsel sorunlardan bahseden Prof. Yılmaz, “Diyabetin kadınların cinsel sağlığı üzerinde yarattığı en önemli etki, enfeksiyonlardır. Vajinal enfeksiyonlar ve üriner sistem enfeksiyonlarına diyabetik kadınlarda, özellikle kan şekerinin yüksek olduğu dönemlerde daha sık rastlanıyor” şeklinde konuştu.

Ne tür tedbirler alınabilir

Prof. Dr. Yılmaz, “Kadınların bu sorunların üzerine gitmeleri ve basit önlemlerle giderilecek sorunların, cinsel yaşamlarını olumsuz etkilemesine izin vermemeleri gerekir” tavsiyesinde bulundu.

Diyabetin erkekler üzerindeki komplikasyonlarına da değinen Yılmaz, “Bunlar arasında en az tartışılan ve diyabetik erkeklerin hekime başvuru nedenleri arasında hemen hemen en son sıralarda yer alan sorun ise iktidarsızlık. Bu sorunun tıp dilindeki karşılığı ‘impotans veya erektil disfonksiyon’. Diyabetik olmayan bireylerde de ilerleyen yaşla beraber cinsel aktivitede bir yavaşlama olduğunu belirten uzmanlara göre, tüm impotans nedenlerinin yüzde 40’ının nedenini diyabet oluşturuyor” dedi.

Diyabetlilerde impotans tedavisi için üç seçenek olduğunu bildiren Prof. Yılmaz, şunları söyledi;
“Yalnızca psikolojik faktörleri düzeltmek ve impotansa neden olabilecek ilaçları kesmek, bu seçeneklerin başında geliyor. İkinci sırada ise ilaç tedavisi var.”

Diyabetten kaynaklanan cinsel sorun tedavisindeki son seçenekte ise cerrahi yöntemlerin yer aldığını ifade eden Prof. Yılmaz, ilaç tedavisinden cevap alınamayan kişilerde bu tedavinin uygulanabileceğini söyledi.

Grip Aşısı

Kış mevsiminde sık görülen hastalıklardan biri olan gripten korunmanın etkili yollarından biri de grip aşısının yapılmasıdır. Virüsün antijen denilen parçacıklarını içeren aşı savunma sistemini uyarır. Kişi grip virüsüyle karşılaşmadan önce vücudu mikrobu tanıyarak, ileride virüsle karşılaşınca zararsızlaştırması için gerekli antikorları üretir, gribe karşı hazır olur.

Grip aşısı inaktive bir viral aşıdır, yani içinde canlı olmayan virüs parçacıkları bulunur. Sıklıkla tavuk yumurta embriyosunda üretilen virüslerin çeşitli kimyasal yöntemlerle öldürülüp ve saflaştırılmasıyla elde edilir. Saflığı, güvenilirliği ve koruyucu antikor oluşturma düzeyi test edildikten sonra kullanıma sunulur. Araştırmacılar gripten korunma ya da tedavi konusunda yeni arayışlara devam etmektedir. Grip virüsün genetik kodunun bir kısmını içeren yeni bir aşı tipi üzerinde çalışmalar hız kazanmıştır. Aşı şimdilik yalnızca kas içine enjeksiyon (iğne) biçiminde uygulanabilmektedir. Burna sıkılan sprey ya da ağız yoluyla alınan aşı üretmek için çalışmalar sürmektedir.
Grip aşısı ne zaman yapılmalı?
Kuzey ve güney yarım küre için grip aşısı yapılma zamanları değişmektedir. Ülkemizin de içinde bulunduğu kuzey yarım kürede grip en fazla kış aylarında (Aralık-Mart) ortaya çıktığı için, bu dönem gelmeden sonbahar (Eylül-Ekim-Kasım) ayları aşı yapılması için en uygun zamandır. Bazen grip salgını Mart sonu ve Nisan aylarına kayabilir. Bu nedenle (özellikle risk gruplarında olup da aşılanmayanlara) kış ayları içinde aşı yapılabilir. Aslında her ülke için aşı önerilerinin belirlenmesi gerekmektedir. Güney yarımküreye Mayıs-Ağustos ayı içinde gidecek olan ve o sonbahar-kışta aşılanmamış olan risk gruplarındaki kişilerin bir hekimle görüşerek aşı ya da kemoproflaksi (ilaç kullanılarak hastalığa yakalanmanın önlenmesi) önerilerini dikkate alması uygundur.

Aşı nasıl uygulanır?
İnce bir iğne ile kolda kas içine uygulanır. Her yıl için bir doz yapılır. Dokuz yaşından küçük ve daha önce hiç aşılanmamış çocuklara bir ay ara ile iki doz uygulanır.

Aşının koruyuculuğu ne zaman başlar ?
Grip aşısı uygulamasından ortalama 10-15 gün sonra koruyucu antikor düzeyi oluşur, üçüncü haftada en yüksek düzeye ulaşır. Daha önce aşılananlarda koruyuculuk bir hafta sonra da başlayabilir.

Grip aşısının koruyuculuğu ne kadardır?
Aşıların çoğunda olduğu gibi grip aşısı da %100 koruyucu değildir. Ayrıca grip virüsünün bazı özellikleri aşının koruyuculuğunu azaltmaktadır. Grip virüsünün antijenik yapısı sürekli değişim gösterdiği için her yıl yeniden aşılanmak gerekir. Dünya Sağlık Örgütü grip virüsündeki değişiklikleri izler. Uzmanlar bir önceki mevsimde etkili olan virüs tiplerini göz önüne alarak, o yıl hangi tip virüslerin grip etkeni olabileceğini tahmin edip, uygulanacak grip aşısın bileşimi için öneride bulunurlar. Aşı da buna göre hazırlanır. Bu nedenle aşının başarısı, aşı yapımında kullanılan grip virüsü antijenleriyle hastalık etkenleri arasındaki uyuma bağlı olarak her yıl farklı olabilir. Eğer o yıl aşıda parçacıkları kullanılan virüsler etkense aşının koruyuculuğu da artar. Grip aşısı sağlıklı genç erişkinlerde %70-90 arasında grip belirtilerini önleyebilir, hastalığın etkilerini azaltabilir, böylece iş-güç kaybını en aza indirir. Ama yaşlılarda ve belirli bazı hastalığı olanlarda koruyuculuk %30-40’a kadar düşebilir. Çünkü yaşlılarda koruyucu antikor oluşumu daha azdır. Bununla birlikte yaşlılarda ve kronik (sürekli) bir hastalığı olanlarda aşının; gribe yakalanmayı engellemese de başka olumsuz etkiler ortaya çıkmasını azalttığı, hastaneye yatış ve ölüm oranını düşürdüğü yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.

Aşının yan etkileri ve güvenilirliği
Tüm diğer ilaçlar ve tıbbi uygulamalar gibi grip aşısının da yan etkileri olabilir. Bunlardan en sık görüleni enjeksiyon yerinde hafif ağrıdır. İki güne dek uzayabilir, günlük aktiviteyi bozacak düzeyde değildir. Ateş, bitkinlik, kas ağrısı gibi belirtiler genellikle daha önce grip virüsüyle karşılaşmamış kişilerde, örneğin çocuklarda görülebilir. Genelde aşı enjeksiyonunu izleyen 6-12 saat içinde ortaya çıkar, en geç 1-2 gün içinde sonlanır. Split-virus grip aşısında bu yan etkiler daha az görülmektedir. Bu yan etkilere ek olarak çok daha az görülen yan etkiler de olabilir. Grip aşısından sonra ender olarak bazı alerjik reaksiyonlar çıkabilir. Yumurta alerjisi olanlarda aşıya karşı alerjik reaksiyon gelişebilir. Bu durum aşının saflaştırılması sırasında çok küçük miktarda da olsa kalan yumurta proteinlerine bağlanır. Yan etki olarak öne sürülen Guillian-Barre Sendromu (GBS); sinir sistemini etkileyen bir hastalık olup, kasılmalarla seyretmektedir. Grip aşılarıyla GBS oluşma riski tam olarak bilinmemektedir. Gribin kötü sonuçları dikkate alınınca bu düşük risk göz ardı edilmektedir.

Aşı Kimlere Yapılmalı?

65 yaş ve üzerindekiler (bu yıl yurtdışında 50 yaş ve üstüne de önerilmektedir. Bunun nedeni 50-64 yaş arası yüksek riskli kişilerin de aşılanmasını sağlamaktır).
Bakımevlerinde kalan ve sürekli hastalığı olanların hepsi,
Sürekli akciğer ve kalp hastalığı olanlar (astım ve böbrek hastaları dahil),
Diyabet (şeker) hastaları,
Kalıtsal hemoglobin bozukluğu olanlar,
İmmunolojik (bağışıklık sistemi ile ilgili) hastalığı olanlar,
Bağışıklık sistemi baskılanmış hastalar (kanser hastaları, HIV=AIDS enfeksiyonu olanlar, organ nakli yapılmış olanlar, steroid ilaç alanlar, kemoterapi ya da radyoterapi uygulananlar),
Sağlık çalışanları,
Risk grubu hastaların ev halkı, yakın temasta olduğu kişiler,
6 ay – 18 yaş arasında olup uzun süreli Aspirin alanlar (Reye Sendromu gelişme riskini azaltmak için),
Grip mevsiminde hamileliğinin dördüncü ve daha sonraki aylarında olanlar,
Bu gruplarda olmasa da kişisel olarak kendisini aşı yoluyla korumak isteyenler.

Kimler aşılanmamalı?
Grip aşısı genelde güvenli aşılar arasında kabul edilmektedir. Ancak bazı koşullarda uygulanması sakıncalı olabilmektedir:

Yumurta alerjisi olan kişiler (yumurta yiyince dilde şişme, solunum güçlüğü, kan basıncında düşme gibi reaksiyon gelişenler),
Daha önce yapılan grip aşısında ciddi reaksiyon gelişen kişiler,
GBS olanlarda.

Ani başlayan ateşli bir hastalığı olanlarda ise, iyileşinceye dek aşı uygulamasının ertelenmesi gereklidir.

Her ülkenin kendi ulusal sağlık otoritesi o yıl için özgül aşı virüslerini ve aşı uygulama önerileri belirleyerek kamuoyuna bildirmelidir.

Diyabetlilere soğuk hava uyarıları

Kış aylarında diyabet hastalarının beslenme düzeninden spor aktivitelerine; tatil mekanı seçiminden vücut bakımına kadar biri çok konuya daha fazla dikkat etmesi gerekiyor.

Hava sıcaklığının düşmesi, günlerin kısalması ve aktivite azalması nedeniyle vücudun kalori harcaması ve buna bağlı olarak da metabolizma hızında azalma oluşur. Daha aktif olunan yaz aylarında kan şekerinin normal olmasını sağlayan diyet ve ilaçlar, kış aylarında aynı dozda alınmasına rağemen daha az etkili olabilir. İnsan vücudunun kış aylarında vücut ısısını koruyabilmek için metabolizmasını yavaşlattığını, bunun da kan şekeri ayarının bozulmasında bir etken olduğunu söyleyen Etiler Memorial Polikliniği İç hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Murat Görgülü, “Bu dönemde hastalar kan şekerini bir dönem için daha sık kontrol etmeli, diyet ve tedavide oluşabilecek değişiklikleri hekimine danışmalıdır” diyor.

Kışın kan şekerinde dengesizlik olabileceğinin altını çizen Dr. Murat Görgülü, “basit birkaç önlemle kış aylarını rahat geçirmek mümkün” diyerek şeker hastalarının kış mevsiminde dikkat etmesi gereken konular hakkında ipuçları verdi:

BESLENMENİZE ÖZEN GÖSTERİN
Hastalarımız uzun süre aç kalmamalı, bir kerede çok fazla yemek yememelidirler. Gerek insülin, gerekse oral olarak şeker düşürücü ilaç kullanan hastaların bu ilaçların etkilerinin maksimum olduğu dönemlerdeki ara öğünlerini atlamamaları çok önemlidir. Azalmış aktivite ve buna bağlı olarak öğün saatlerinin aksatılması, hastalarda “hipoglisemi” denilen şeker düşüklüğüne neden olabilir. Bu durum, diyabet hastaları için çok tehlikeli sonuçlar doğurabileceğinden; uzun yürüyüş, yolculuk gibi durumlarda ara öğünlerin aksatılmaması için yanlarında yiyecek taşımalıdırlar. Uyku saatine ve süresine dikkat edilmeli, alkol alımı da kan şekeri ayarını bozacağından alkolsüz ve şekersiz sıvı gıdaların tüketimine önem verilmelidir.

TURUNÇGİLLERE VE TATLIYA DİKKAT
Kış mevsiminde hastalarımız için sıkça karşılaşılan bir durum da, evde kalma süresinin artması ile birlikte özellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenme ve özellikle portakal, mandalina gibi turunçgillerin fazlaca tüketilmesidir. Ölçülü yenildiklerinde vitamin ve enerji deposu olan bu meyveler fazla tüketildiğinde kan şekerinin ayarını bozabilir. Kış meyvelerini yerken öğünlerde ve ara öğünlerde kalori değerleri göz önüne alınarak doktor tavsiyesine göre tüketilmesine özen gösterilmelidir.

Uygun miktarda yenildiğinde büyük yarar sağlayan diğer meyveleri de çok miktarda tüketirsek kan şekerimizde yüksekliğe ve buna bağlı rahatsızlıklara yol açabilir. Kışın lezzetli yiyeceği tatlılar da maalesef kan şekeri ayarını bozan yiyecek gruplarından biridir; ancak şekersiz üretilmiş, diyet, yağsız sütten yapılmış tatlılar doktor kontrolünde yenebilir. Bunda da aşırıya kaçmamak gereklidir çünkü bu ürünlerde bildiğimiz normal şeker olmasa da (meyve şekeri) fruktoz, gibi daha düşük kalorili şekerler ve tatlıların yapıldığı besinlerin kalorileri vardır. En iyisi bu ürünleri hiç tüketmemektir.

AYAK SAĞLIĞINIZI KORUYUN
Kış aylarında ayak bakımı da çok önemli bir konudur. Kışın çorapsız ayakkabı ve terlik giyme alışkanlığı, şeker hastalığına bağlı olarak duyu azalması ve damarlarda daralmalar oluşabileceğinden, ayaklarımızda yara açılmasına neden olabilir. Bu yüzden kışın da; rahat kesimli, ortopedik tabanlı, iç astarlı ayakkabı ve yumuşak, sıkmayan çorap giyilmelidir. Ayaklar her gün yıkanıp, herhangi bir yara ya da renk değişikliği var mı diye her gün kontrol edilmelidir.

Soğuk ve taşlık kesimde çıplak ayakla dolaşmamalıdır, özellikle diyabetik nöropati gelişmiş hastalar ayaklarında sürekli üşüme hissi olacağından soba ve diğer ısıtıcılara ayaklarını yakın ve uzun süre tutmakta bu da ayak yanıklarının kışın fazlaca görülmesine yol açmaktadır. Bu konuya özellikle dikkat edilmelidir. Ayaklar ve bacaklarla birlikte vücudun diğer bölgeleri böcek ısırmalarına karşı korunmalıdır, bu ısırık bölgeleri enfeksiyon kaynağı olabilir.

UZUN SÜRE SOĞUĞA MARUZ KALMAYIN
Kış aylarında aşırı soğuklardan korunmak önemli bir konudur. Şeker hastalığına bağlı olarak duyu kusuru oluşmuş hastalarda dış ortamda ya da çalışırken uzun süre soğuğa maruz kalma nedeniyle özellikle; el, burun gibi uç organlarda soğuğa bağlı ülserler gelişebilir. Soğuğa bağlı olarak metabolizma hızında değişikliler oluşabilir; hastaların dış ve iç ortama uygun giysiler ve mutlaka yünlü ya da pamuklu giysileri tercih etmesi önerilir.

TATİL MEKANI DA UYGUN OLMALI
Diyabetik hastalar kış tatilleri için çok fazla soğuk ve yağışlı olmayan, ulaşımın rahat olduğu, sağlık merkezlerinin yakın olduğu bölgeleri tercih etmelidirler. Özellikle kayak yapmak isteyen diyabetik hastalar, ayaklarını travma ve soğuğa karşı çok iyi korumalı ve her gün kontrol etmelidir. Tatil süresince diyete de çok dikkat edip, gerekirse durumlarına uygun menü hazırlanmasını sağlamalıdırlar.

Diyabetlilere stres yöntemi

İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesinden emekli oluncaya kadar 23 yıl boyunca diyabet diyetisyeni olarak çalışan Doç. Dr. Emel Özer, diyabetlilerin, beslenme tedavisi uygulamadığı sürece kan şekerini düzenli tutup, sağlıklı bir diyabetli olarak yaşamasının mümkün olmadığını bildirdi.

Halen KKTC Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürüten Doç. Dr. Özer, karbonhidratların kan şekeri düzeyini etkileyen en önemli besin maddesi olduğunu vurguladı.

Kan şekerinin sürekli yüksek olmasının diyabette komplikasyon denilen birtakım yan hastalıklara neden olduğunu anlatan Özer, “O nedenle diyabet tedavisinde amaç komplikasyonları önlemek, kan şekerini düzenli tutmaktır” dedi.

Bunu sağlamak için gerekli sacayaklarını “beslenme, ilaç ve insülin şeklindeki medikal tedavi, egzersiz, hareketli bir yaşam ve tüm bunlarla birlikte diyabet bilgisi ve eğitimi”nin oluşturduğunu belirten Özer, şöyle konuştu:

“Beslenme de eğitimin bir parçası. Beslenmede eğer yediklerinize, özellikle yediğiniz karbonhidratlara dikkat etmezseniz kan şekeri kontrolünü sağlama şansınız yok. Beslenme o sacayağında çok önemli. Kişi isteği kadar en iyi ve uygun olan ilacı veya insülini kullansın, beslenme tedavisini uygulamadığı sürece, o ilaçla veya yaptığı insülinle kan şekerini düzenli tutup, sağlıklı bir diyabetli olarak yaşaması mümkün değil.”

Diyabette, karbonhidrat sayımının 1994 yılından sonra üzerinde önemle durulduğunu belirten Özer, o yıllarda yayınlanan Diyabet Kontrol ve Komplikasyonları Çalışması bulgularının da diyabette hem ekip tedavisi, hem de karbonhidrat sayımının önemini gösterdiğini ifade etti.
Yine bu yılın başında ABD Diyabet Birliği’nin yayınladığı öneriler dizisinde, kanıta dayalı beslenme tedavisi önerisi yapıldığını ifade eden Özer, “Orada diyor ki, diyabetli birey yediklerini karbonhidrat sayımına göre yapmalı, yediklerinin içindeki karbonhidrat miktarını hesaplamasını ve kaç gram karbonhidrat aldığını bilmeli. Eğer insülin kullanıyorsa dozunu buna göre yapmalı” dedi.

Türkiye’de diyabetle ilgili çok fazla kitap bulunmaması nedeniyle hasta ve hasta adaylarına yönelik olarak karbonhidrat sayımının anlatıldığı ve bir ilk niteliğinde olan “Diyabetliler İçin Hayatı Kolaylaştırma Kılavuzu” adlı kitap hazırladığını kaydeden Özer, kitabın içinde bine yakın besin, içecek ve Türk mutfağından çeşitli yemeklerin sağladığı enerji, karbonhidrat, lif ve yağ miktarlarının yer aldığını söyledi.

“Bir diyabetlinin öncelikle karbonhidrata dikkat etmesi gerektiğini bilmesi gerekiyor. Su gibi ayran içiyor, ayranda karbonhidrat olduğunu bilmiyor” diyen Özer, genelde diyabetlilere daha önceden hazırlanmış bir diyet listesi verildiğini ifade etti.

Hastaların beslenme alışkanlıklarını gazetede yer alan ya da koçandan kopartılarak verilen bir diyet listesiyle kazanamayacağına işaret eden Özer, “Sağlıklı beslenme hepimiz için çok önemli. Ancak diyabetlilerin kan şekerini kontrol altına alarak sağlıklı beslenmeleri gerekiyor. Onun için diyabetlilere diyoruz ki, ‘Amacımız sağlıklı beslenme ama buradaki öncelikli konumuz karbonhidratları size öğretmek. Yağ, protein, vitamin, öğün zamanı da çok önemli. Ancak bu önemde öncelik karbonhidratların’. Karbonhidrat sayımı, diyabetli bireyi diyet yapma zorunluğundan ve stresinden uzaklaştıran, yaşam kalitesini artıran bir öğün planlama yöntemidir” diye konuştu.

Her diyabetlinin enerji ihtiyacının farklı olduğunu, ancak gün içinde alması gereken karbonhidrat miktarının hiçbir zaman 200 gramın altına düşmemesi gerektiğini vurgulayan Emel Özer, “Üst sınır ise kişiye göre değişir. Onun için en fazla alması gereken miktarları mutlaka çalıştığı diyetisyenle saptaması lazım” dedi.

Kitapta, açma, poğaça, pilav, irmik, çeşitli çorbalar, çikolata, dondurma gibi pek çok yiyeceğin kase, bardak ve adet ölçüsü bakımından karbonhidrat miktarı ile düşük karbonhidratlı yemek tarifleri de yer alıyor.

Categories: Diyabet, stres

İşte hayatımızı kurtaracak 7 besin!

Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü 2008’e sağlıklı bir başlangıç yapmanız için, vücudu kanser, kalp krizi gibi ciddi sorunlara karşı koruyan besinlerin listesini açıkladı

Kalbi koruyor
* BADEM:
Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.

Diyabeti önlüyor
* KAHVE:
Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.

Sinirleri rahatlatıyor
* TARÇIN:
Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın.

Patatesi haşlayın
* PATATES:
Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi’ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17’nci sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdekten sonra yemeyi tercih edin.

Kaslar için faydalı
* SEBZE ÇORBASI:
Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellike sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor.

Kansere karşı birebir
* ZEYTİNYAĞI:
Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren ‘8oxodG’adlı maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanısıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor. 1 çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.

Kanseri engelliyor
* ÇAY:
Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60’a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.

Alkolden sonra B vitamini alın

Alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini aksatmadan yerine koymak gerektiğini söyleyen uzmanlar, yılbaşı gecesi tüketilen alkolden sonra da B vitamini takviyesi yapılmasını öneriyor.

B vitaminleri vücutta depolanmıyor ve günlük olarak alınıyor, metabolizma ihtiyacı kadarını kullanıyor, gerisini ise sindirim yoluyla atıyor. Alkolün B vitaminlerini yok ettiğini söyleyen İstanbul Özel Hizmet Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uzm. Dr. Bedia Sander, alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini yerine koyabilmek için hem bu vitaminden zengin beslenmek, hem de takviye ürün kullanmak gerektiğini söylüyor.

Bulgur, yulaf, çavdar, kepek ekmeği, tam buğday ekmeği, bamya, yer fıstığı ve dolmalık fıstığın B1 vitamininden zengin besinler olduğunu belirten Dr. Bedia Sander şu bilgileri veriyor:

B6 vitamininden zengin besinler; pul biber, sivri biber, kereviz yaprakları, ceviz, dereotu, keten tohumu, tahin, tam buğday ekmeğidir. B2 vitamininden zengin besinler ise süt, tavuk karaciğeri, dereotu ve pul biberdir. Sığır eti, balık, kuzu böbreği ve yüreği, beyaz peynir, yumurta sarısı B12 vitamininden zengin besinleri oluşturur.

ALKOLÜ MEYVEYLE TÜKETİN
Alkolle beraber meyve ve sebze tüketilmesi oluşabilecek bazı sorunları önleyebilir. Örneğin; alkolle birlikte limon suyu içinde havuç ve salatalık dilimleri ya da taze soyulmuş meyve tüketilebilir. Alkol tüketiminde aşırıya kaçılmaması ve alkolün sigara ile birlikte tüketilmemesi de önem taşır. Çünkü sigaranın olumsuz etkisi alkolle birleşince daha da artar.

BAŞ AĞRISI VE KIRGINLIĞI ÖNLEMEK İÇİN
Vücut susuz kaldığı için alkol alımından sonra baş ağrısı ve kırgınlık hissi gelişebilir. Beyin susuz kaldığında baş ağrısına, vücut susuz kaldığında ise halsizliğe neden olur. Bu şikayetleri önlemenin en iyi yolu; içki içtikten sonra yatmadan önce 3 bardak su içmek ve yine yatmadan önce sulu meyve yemek. Bu basit tedbirler, alkolün ertesi gün vereceği rahatsızlığı önler.

DİYABET HASTALARI ALKOLÜ TOK KARNINA TÜKETMELİ
Alkol insülinin etkisini arttırır. Diyabetlilerde hipoglisemi çok ciddi sorunlara yol açar, hatta öldürücü olabilir. Bu nedenle diyabet hastaları alkolü hiçbir zaman açken tüketilmemelidir. Açken alkol tüketilirse karbonhidrat hızlıca absorbe olur ve hipoglisemi (şeker düşmesi) gelişebilir. Alkol tüketiminden sonra en az 4 saate kadar hipoglisemi riski devam eder.

İnsülin kullanmayan diyabetliler diyette yerine hangi yiyeceklerden ne miktarda azaltma yapacaklarını bilerek bir miktar alkol alabilirler. Bütün alkollü içkiler enerji içerir. Ancak daha az enerji veren beyaz şarap, kırmızı şarap gibi içkilerin tercih edilmesi daha doğru olur. Alkolden gelen kalori total enerji alımının yüzde 10’unu aşmamalıdır.

Şeker Hastalığı (Diyabet)

Diyabet nedir? Nasıl meydana gelir?
Diyabet, başta karbonhidratlar olmak üzere protein ve yağ metabolizmasını ilgilendiren bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin sürekli yüksek olması ile gösterir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun (şekerin) hücrelerin içine girememesidir. Normal koşullarda besinlerden elde edilen veya karaciğerdeki depolardan kana salınan glükoz pankreas tarafından salgılanan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içine girer ve orada yakılarak enerjiye dönüşür. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine izin verilen kapılar vardır. Bu kapılar normalde kilitlidirler ve uygun anahtar varlığında açılırlar. Diyabet, hücrelerin üzerindeki glükoz kapısının açılamaması durumudur. Bu örnekten ilerlersek diyabet, anahtar işlevi gören İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insülinin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısındaki kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir.

Kaç tip diyabet vardır? Diyabet sıklığı ne kadardır?
Nedenlerine göre bir çok diyabet tipi olmakla birlikte diyabet vakalarının çok büyük bir kısmını Tip 1 ve Tip 2 diyabet vakaları oluşturmaktadır.

Tip 1 Diyabet
Daha çok çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Tip 1 diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç (vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini tanıyamaması) sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Mutlak veya görece bir insülin yetersizliği olduğundan hastalar ömür boyu insülin hormonunu dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) almak zorundadırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının %10’unu Tip 1 Diyabet vakaları oluşturmaktadır. Çocukluk çağında Tip 1 diyabet sıklığı ülkeler (bölgeler) arasında farklılık göstermekte ve her yıl 15 yaş altındaki 100.000 çocuktan 1-42’sinde diyabet gelişmektedir. Tip 1 diyabet genel olarak kuzey ülkelerinde daha sık görülmektedir.

Tip 2 Diyabet
Sıklıkla erişkinlerde ve şişman (obes) kişilerde görülmektedir. Tip 2 diyabetli hastalarda insülin salgılanmasındaki yetersizlikten çok dokulardaki insülin reseptörlerindeki direnç (rezistans) sonucunda glükoz metabolizması bozulmaktadır. Tip 2 diyabetin kuvvetli bir genetik yatkınlık zemininde geliştiği bilinmekle birlikte, genetik mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır. Tip 2 diyabetliler hastalıklarının başlangıcında ve sıklıkla çok uzun bir süre insülin ihtiyacı olmaksızın yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu nedenle Tip 2 diyabet İnsüline Bağımlı Olmayan Diyabet (Non-Insulin-Dependent Diabetes Mellitus= NIDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak erişkin nüfusta %4-8 oranında Tip 2 diyabet görülmektedir.

Diyabetin bulguları nelerdir?
Diyabete bağlı klinik bulgular vücuttaki karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasının bozulmasına bağlıdır. İnsülin eksikliği ve/veya insülin direnci nedeniyle hücrelere giremeyen glükoz belli bir serum düzeyini (180mg/dl) aştığında idrarla atılmaya başlar. Böbreklerden atılan glükoz beraberinde sıvı atılımını da arttırır ve sonuçta ÇOK VE SIK İDRAR YAPMA (POLİÜRİ) olur. Vücut, poliüri ile olan sıvı kaybını karşılamak için ÇOK SU İÇİLİR ve bu da POLİDİPSİ olarak isimlendirilir. Organizma, enerji kaynağı olarak glükozu kullanamayınca bir taraftan İŞTAH ARTAR diğer taraftan yedek enerji depoları olan yağlar ve proteinler yıkılmaya başlar ve bunun sonucunda iştah artmasına rağmen KİLO KAYBI olur. Bu klasik bulguların dışında diyabet hastalarında ÇABUK YORULMA, GÖRME BULANIKLIĞI, SIK DERİ ENFEKSİYONU, KADINLARDA VAJİNAL MANTAR ENFEKSİYONU gibi bulgular da görülür.

Diyabet tanısı nasıl konur?
Diyabet tanısı, çeşitli uluslararası kuruluşların (WHO, Amerikan Ulusal Diyabet Veri Gurubu=NDGG) belirlediği ölçütlere göre konmaktadır. Bu ölçütler:

Klasik diyabet bulguları olan bir kişide herhangi bir zamanda ölçülen plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl’ye eşit ya da üzerinde olması,
En az 8 saatlik aç (kalori almayan) bir kişide plazma şekerinin 140 mg/dl’ye eşit ya da üzerinde olması. Yakın zamanda Amerikan Diyabet Birliği açlık kan kekeri sınırını 126 mg/dl’ye eşit ya da üzerinde olarak belirlemiştir.

Şeker yükleme testinde (OGTT) 2. saatdeki plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl’ye eşit ya da üzerinde olması.

Gizli şeker nedir?
Halk arasında gizli şeker olarak isimlendirilen durum, normal glükoz dengesi ile diyabet arasındaki metabolik durumu ifade etmektedir. Normalde açlık plazma şekerinin 110 mg/dl olması gerekmektedir. İşte açlık plazma şekerinin 110 mg/dl’nin üzerinde fakat 140 mg/dl’nin altında (yeni kriterlere göre 126 mg/dl) olması bozuk glükoz toleransı olarak tanımlanmaktadır. Benzer şekilde şeker yükleme testi yapılan kişilerde 2. Saatdeki plazma glükoz düzeyininin 140 mg/dl’nin üzerinde fakat 200 mg/dl’nin altında olması da bozuk glükoz toleransı olarak isimlendirilmektedir. Bu durumdaki kişilerin gün boyu kan şekerleri normaldir ve diyabetin klasik bulguları görülmez. Bununla birlikte bu kişiler Tip 2 diyabet için en riskli grupta olduklarından yaşam biçimlerini yeniden düzenlemeleri gereklidir.